28 Aralık 2012 Cuma

eski köye yeni adetler.. hediyeler, süsler, mahler!

yılbaşından bana ne bana her gün yılbaşı dedikten sonra bir gecede içe sıça 10 parti mi gezmedik, year 2000 şekerleri mi atmadık, çilek tarlalarında mı koşmadık, yeri geldi hakkaten de bir şey yapmadan da durduğum olmuştu.. bunlar yabancı olmasa da yılbaşında ağaç almalar, noel köşesi hazırlamalar, evi süslemeler bana hep uzaktı sanki. amma burcu pek severmiş, böyle alışmış, hoşuna da gidermiş ışıklar, süsler, evin yeni yıla hazırlanışı. ben de bir süre sonra bunların mutlulukla ilgisi olduğuna aydınlandım sonra da yaşar ustayla aldığımız ışıkları görünce burcunun gözleri aydınlandı sonra da ev aydınlandı minik ağaç ve bir iki süsle bilge de hayli mutlu olunca anladım ki bu bir ışıma bayramı. [bilge babasındayken kendiliğinden ev süsleme olayı ve fırında sebzeli patates derken birden bir krismıs yemeğinde bulduk burcu, yaşar, ben kendimizi.. ve çektiğimiz bir fotoyu feysbuka koyduk ama bunu öbür tarafta gören bilge nasıl da içlenmişti!] mevzu hediyelere gelince irili ufaklı bir seçki işine girdik hem birbirimize hem de bilgeye.. burayı ilgilendiren irili ufağım Mahler: Symphony No.4 In G Major. irili ufaklı hediye bakarken yolum yine groove'a sami'nin yanına düştü.. oradan bir la vien rose çalan müzik kutusu, bir küçük rüya tabirleri kart destesi ve kapağını da pek beğendim için içeriğini bilmediğim halde bu albümü aldım. dükkanda bu neymiş diye dolanırken iki süper zırhlı savaşçı gördüm biri hayvani bir çekici vururken öbürü de kılıcıyla savunmada bekliyordu. sami'ye bi arkadaşı vermiş bunları, pek de sevmezmiş bu tarz figür. onlar da bize sami'nin hediyesi oldu. oh ne güzel oldu.

senfoni gayet güzel maşallah. dördüncü ve son movementında bir şarkı var: wir geniessen die himmlischen freuden yani we enjoy heaven's delights yani cennet bize güzel. hem müzik nefis, hem soprano elsie morison'ın maşallahı var, hem de sözleri kesiniz:

we enjoy heaven's delights
so can dispense with earthly things
no worldly turmoil
is to be heard in heaven:
everything lives in peace and calm.
we lead the life of angels
yet are very gay about it;
we jump and dance,
we skip and sing.
st. peter in heaven looks on

oh ne ala! sonra devam ediyor, işte kuzular, meleklerin pişirdiği nefis ekmekler, en şahane meyveler sebzeler, ne istesen var, isteyene balık isteyene geyik filan ama finali en şahanesi..

there's no music on earth
that can be compared to ours.
eleven thousand (oha!) virgins
set to dancing;
even st. ursula laughs to see it.
cecilia and her kin
are the splendid court musicians!
the angelic voices
gladden our senses,
so that everything awakes to pleasure!

17 Aralık 2012 Pazartesi

fuardan gelenler part I: son iki yılın en güzel iki şeyi: quakers & adrian younge

deform'un son utrecht plak fuarı seferinden dönüşlerinde yine yanlarında onu da alayım bunu da alayım o eksik kalmasın bunu alamazsam ölürüm tarzı plaklar vardı. birikmiş borçları da ekleyecek olunca anca altısına yazılabildik şimdilik. ilk üçü var ya kişisel tarihimde zaman yolculuğu yaptırttı bana.
sene 2003'te müzikal anlamda sonradan farkına vardığım arayışlar içindeymişim de haberim yokmuş.. blues'un ödünç alındığı rock n' roll'un yolunda köklerden uzaklaşmışım, soul'u funkafrika'yı layıkıyla tanımamışım, reggaeyi bilememişim, rap'in mtv'de çıkanını, memlekete düşenini duymuşum. emcey misali ağarmışım da ağarmışım, telefonları beyazötesi diye açar olmuşum.. neyse ki bahar geldi, ne yazık ki amerika kitle imha silahlarını bulmak için ırak'a girdi, saddam'ın heykeli devrildi, savaş başladı bizim aşk meydan savaşı ise bitti. biz de boşluktan istifade esun ve belat'la uzadık olimposa.. gündüz gezip dolanıp pelin'in karettasında baharın tadını çıkarıyorken akşam olduğunda da tarih ve mevsim dolayısıyla henüz insanlık öğüten karakterine bürünmemiş öküz barda takılıyorduk. bir akşam gittiğimizde öküz barda bir takım şeylerin döneceğini fark ettik. çok geçmeden anladık ki dönecek şeyler plaklarmış. yaklaşık 100 kişilik genç bir rus insan grubu, yanlarında turntableları, mixerleri, kolonları, plakları, visual projektörleri ve daha daha edevatlarıyla ortamlarını kurdular. ağzımız açık bir şekilde bakarken djler afro, funk, reggae, hip hop, house, techno ve hatta trance döndürüp durdular. o dj başlıyor, beriki devam ediyor, nefis görseller dağa bayıra yansırken danslar ediliyor, nefis müziğin keyfini çıkarıyorduk. elemanlardan hip hop turntablist'i ivan c a.k.a. dj vinilkin ile tanıştım ilk, dj pirumov ve dj chagin ile flammable beats diye bir oluşumun djleriydiler. bu da flammable family isimli daha büyük bir oluşumun parçasıydı. bu yanıcı ailenin içinde djler, vjler, kaykaycılar, snowboardcılar, şucular buculardan bol bol vardı. dj tiid ve dj zorkin house ve techno çalıyorlardı. tüm bu arkadaşlar böyle geziler düzenliyorlar, dünyanın denişik yerlerine soundsystemlerini alıp gidiyorlar, partilerini ravelerini yapıyorlarmış. Bunları daha uzun uzun ertesi gün carettada milkshakelerimizi içerken konuştuk ivan ve yanındakiler ile. ben de bunlara biraz türkçe rap (yeraltı operasyonu) ve anadolu rock dinlettim. dün gecenin ne kadar müthiş olduğundan bahsettik amma öküz adı gereği öküz olduğu için flammable arkadaşlar da yayaya coco jambo kafasında olmadığı için siz burda çalmayın demişler. mekan aramışlar (ki o zamanlar ne güzel ki pek seçenek yoktu) babylon town'ı bulmuşlar. o gece gittik, mekan daha büyük, hazırlıklar daha afilli, babylon town zati pek güzel, donatmışlar her yeri mumlarla, süslemişler, dev boyutta gösterimler, daha yüksek ses, insan daha ne ister, belki başka bir şeyler. insanın şakacısı puştu ya da evili her yerde olduğu için hatırladığım kadarıyla çenede şeytan sakallı, çekik gözlü, saçsız bir eleman yanıma yanaşıp bir draje tutuşturdu elime. yolladım renkli kozmonotu ama gelen giden yok, elemanlar da öteden kesiyorlar inceden. ayağı yerden kesmeyince anlattım dedi ki ivan yapar bunlar böyle şakalar sen bozma sinirini. bozdum ama o kadar da değil ki bunlarla takılmaya devam ettim. ertesi gün bu kez sahildeki merhaba cafede küçük gündüz partisi. o da güzel, gözleme ayran hip hop. dedim siz müthiş şeyler çalıyorsunuz söyleyin bana nedir bunlar?



dj chagin kardeşim orlando julius & the afro sounders, segun bucknor & his revolution, lijadu sisters, sahara all stars of jos, tunji oyelana & the benders, the funkees ve daha bir sürü mama afrikalı kardeşin ismini verdi. iştahla yazıyordum isimleri defterime. [kendisi çok konuşkan bir insan değildi ama o zamanki sevgilisi ve şimdiki karısı ve çocuğunun annesi, dünya iyisi bir insan olan sabina anlattı hikayesini seneler sonra 2009da tekrar babylon town'da karşılaştığımızda, bize nefis bir seremoniyle çay hazırlayıp ikram ederken. bizim chagin sibiryanın bir ucundan, pasifik okyanusunun kıyısında minnacık bir kasabadan kalkıp gelmiş moskovaya okuyacağım diye cebinde cüz'i bir miktar parayla.. moskovaya indiğinde plak çalan insanları görmüş, müziğe, plaklara vurulmuş, okuyacağı parayla turntable ve plaklar almış kendine ve dj chagin olmuş!] ivan da madlib'in yesterday's new quintet'ından girdi, breakestra'dan çıktı, bak mr dibbs dedi, kırmızı köşede mos def, mavi köşede roots manuva dedi, kutmasta kurt, the roots, gang starr, talib kweli & hi-tek, j-live, rjd2... baktı bunları sıralamanın sonu yok ben sana biraz label söyleyeyim, eyvallah, big dada, tommy boy, rawkus, fat beats, def-jux, rapster... doldurdum sayfaları.. iyi ki de doldurmuşum, kazıdıkça kazıdım [dig deeper] o ona bağlandı, bu şuna bağlandı. yazının başındaki ayrımda dikilmiş dururken bir yol çizdim kendime, rap alemine daldım önce, oldschool, golden age, hardcore rap neymiş dipledim. dipledikçe aşık oldum hip hop'a aşkımı paylaşmak istedim. açık radyoda bu yaka! [hep hip hop] programını yapmaya başladım, aylarca yıllarca hip hop zerk ettim ruhlara ve beyinlere... kesmedi cdler, ben de plakları ileri geri ittirmek, xfader'ı açıp kapamak istedim. önce başladım plak toplamaya, çektim zamanla iki mk5'i, xone02'yi koydum ortalarına , kafama da taktım hd25'i. hip hopla yatıp kalktıkça baktım ki aslında ben soul dinliyorum funk dinliyorum, bu kez iyice daldım onlara. bu yaka!yı hep hip hop'tan çıkarıp içine soul ve funk'ı da kattım. radyoda çaldığım müziği dışarılarda da çalmaya başladım, barda kulüpte verdim esmer şekerleri kulaklara. zaman durmadı ilerledi, o benim beyazcacık rock and roll müziklerim, o benim progresif saykedelik müziklerim de yine girdi devreye. baktım ki her şey konnekted, güzel müziğin adı yok rengi yok hepsi bir füzyon hepsi bir yahni! yani soul stew yahni!
velhasıl kelam hala bahsedemediğim son iki yılın en güzel iki şeyinden birincisi, quakers: quakers albümü müzikte sevdiğim ne varsa hepsini hip hop formunda sunan bir albüm. eğer yukarda anlattığım olaylar olmasaydı ya bu albümden hiç haberim olmazdı. ya da olurdu da ben bu kadar güzel müziğin içine dalmamış, raple de bu kadar haşır neşir olmadığım için albüm beni yorardı, bu derece yakalamazdı. tamam belki yine de aynı etkiyi yapardı, yine her türlü bayılırdım ama ben de belki flammable family'e içi tavşanlarla dolu bir şapka çıkarmak istedim. çıkardım da... selam olsun ruscanlara!



şimdi gelelim bu quakers adamlarına... bu adamlara ya sample'ını ya canını desen göz kırpmadan canlarını verirler. peki kim mi bu adamlar? herkesin içinde tanrının bir parçasının bulunduğuna inanan quakers kardeşler değiller bir kere. bunlar fuzzface lakaplı portishead'in 3 sacayağından en kıllısı geoff barrow, diğeri yine portishead'in mühendisi 7stu7 lakaplı stuart matthews ve de [vaktiyle istanbulda pek eğlenerek çaldığım kulüp beat@dirty'de bol bol döndürdüğüm (good old "girls love the way he spinz, dj wants to be like him" dayz ah!) stephanie mckay ablanın ki kendisi memlekette de pek sevilen brooklyn funk essentials'ın eski elemanı, ilk albümünü yine bizim fuzzface geoff abinin büyük ve her türlü desteğiyle çıkarmış, ikinci albümünden olan say what you feel parçasının girişindeki seslenişiyle "yo katalyst drop that beat" tanıştığım] katalyst lakaplı avustralyalı dj/prodüktör ashley anderson... abilerim piyasadaki hip hop gemilerinin yol aldığı hayal kırıklığı denizlerinde forsalık yapmaktan şişmişler, kendi dinlemek istedikleri gibi bir rap albümü yapmak için güç birliği yapmışlar. öyle de şahane rapçileri katmışlar ki bu işe, duyan gelmiş diyeceğim yanlış olacak, duyan değil çağırdıkları gelmiş: dead prez, prince po, aloe blacc, diverse, guilty simpson, med, dave dub, silverust.. altın çağdan günümüz bağımsızlarına, bu projeye ev sahipliği yapan stonesthrow'un oturmuş ve yeni artistlerine, adı sanı daha duyulmamış tiplere kadar tonla rapçi. doya doya dinleyelim diye tam 41 tane şarkı var albümde, 41 kere maşallah! dinleyen bi daha dinlesin dinlemeyen kaçırmasın quakers: quakers




ve önceki yılın bir en güzel şeyi de (başka en güzel şeylerin en güzelliğini azaltmayan bir yücelikle)adrian younge presents venice dawn: something about april. adrian kardeşim akailerle oynayan bir hip hop meraklısı iken diyor ki bunlar bana yetmiyor iyisi mi ben biraz enstrüman öğreneyim. kendisi de yatkın maşallah it gibi çalmaya başlıyor tez zamanda bas, gitar, davul, flüt, saksofon.. film çekiyor, montajlıyor. Birkaç sene evvel bir soundtrack albüm görmüştüm, black dynamite, 70lerin blaxploitation filmlerinden biri sandım, reissue'su çıkmış diye düşündüm. sonra okan ve murat'ın alanya'daki headquarterlarında bu harika filmi de izledik. meğer adrian abimiz sanki 70lerde çekilmiş gibi olan filmi hem montajlamış hem de aynı zeitgeistlıkta bir soundtrack yapmış. öyle bir soundtrack ki sampledelic hip hop prodüktörleri dalsınlar adam başı 50şer beat çıkarsınlar diye aranje edilmiş sanki şarkılar. uzun lafın kısası adrian abiniz nefis müzik yapıyor. something about the april de karanlık, sinematik bir psychedelic soul pikniği, vokaller, düzenlemeler akıl alıyor. bembeyaz progressive rock da var bardakta, italyan asansör havaları da... shaken not stirred elegantlığında, dili dolandırmadan sarhoş eden kokteyl kıvamında. fotoğraflara bak hülyalara dalmana yeter zaten ama plak da dönmeye başladı mı hülyadan çıkamıyorsun. albüm çıktığında dijitalini indirip bolca dinlemiştik ama analogmuş işte olayı. döndür plağı, aç volümü kıs gözünü vinil cankisi; düşünme yıllardan hankisi.

fuardan gelenler part II: kendi zincirini kendin şeyet, şeytanı kovala.. kötü insanlara kötü müzik yap ki onlar sado mazoyla havalana!

güzel müzik ve güzel insanlar dünyanın neresinde olursa olsunlar sanki hep yan yana duruyorlar.. yamulmuyorsam shawn lee ile murat'ın da yine birinden alıp sona'ya vermiş olduğu, sona'nın da bak bunlar gözel diyip bana vermiş olduğu music and rhythm adlı ping pong orchestra albümüyle tanışmıştım. shawn abimi çok çok çok sevdim shawn abim de müziği çok çok çok sevdiği için sevenlerini müziksiz bırakmadı, seneler içinde (bkz) ürettikçe üretti. shawn abim celestial elecric'i yapınca AM abimizle tanıştım, kendisini solo olarak da pek sevdim [hatta sevgili sevgilim sürpriz yaptı, gidip bana cihangir'deki A.K. müzikte gördüğümüz albümünü aldı]. sm ve shawn lee'nin birlikte yaptıkları albümü kendi imkanlarımla (facebook olsun, sohbetler olsun, djlik olsun) tanıttım. ozanspor'un am'e kanı kaynamışki bi gün dükkanda otururken şunlara ne gözel mix yapmışlar dedi. açılışındaki günahkarın şarkısı ve devamında bir yerindeki kendi zincirini kendin şeyet şarkılarına direkt vuruldum. yine başka bir gün ben kanapede oturmuş ayaklarımı uzatmış çalışıyorken burcu da masasında oturmuş internetten müzik karıştırıyorken nefis bir müzik çalındı kulağımıza... ismi kolay değil imiş... şu şarkı bu şarkı derken bunların bir arada bir albümde bulunduğunu buluvermiştik. now again'in Forge Your Own Chains: Heavy Psychedelic Ballads And Dirges 1968-1974 toplaması. hatırladım da bu albümü çıktığı dönemlerde merak etmiş, indirmeye çalışmıştım. ama sağ olsun now again'in bağlı olduğu nefis label stones throw albümlerinin linklerinin internette dolanmasına pek müsaade etmez hele ki albümleri yeni çıktığında.. albümü o sıra bulamayınca kovalamadım, unuttum herhalde... ama dinleyin şu şarkıları hele, böyle albüm unutulur mu hiç. neyse bu sefer albümü indirdim ve alınacaklar listesine koyduk. ozanım da sağ olsun görünce bi kendine bi dene de bana kapıvermiş, bu nefis saykedelik yumoş albüm insanın yeri geldiğinde yüzünü güldürüyor yeri geldiğinde yüreğini buruyor yeri geldiğinde kafasını iyi ediyor, amerikadan girip ingiltereden çıkıyor afrikanın üstünden geçip koreden el sallıyor. hem de now again'in bütün işleri gibi eline aldığında okunacak bakılacak bir sürü materyal sunuyor. ebrulu nefis kapağı da cabası.. great to have, a must have diyore-mi-fa-sol.




gelmiş geçmiş en süper şahanesi reggae albümlerinden birisi william sedef berat şamo ve mink monk ile yaptığımız olympos-kaş-patara-kabak gezisinde bir çeşit soundtrack olmuştu. sigarayı bırakmaya çalıştığım için diğerine abbondanzieri olduğum tüylü yolculuğumuz pek harikaydı ve yine abbondanzierilikten herhal hatırlayamıyorum şimdi başar da yanımızda mıydı. zati albüm nefis, patarayı ilk kez görmüşüm ve çölde morrison olmuşum yükselenim yengeç ve akşamüstü kumlarında binlercesi pıtır pıtır dolanmakta ve kabak'ı da ilk defa görmüşüm ve kabak körpe, etraf vahşi, saykedeliklerin henüz basmamış olmalarından kelli kartallar tepende uçuşmakta ve yediğin şeker de pek tatlı olduğu için kalp atışlarını duyabilmektesin onlar ne kadar yükseklerse zaten sen de o kadar yükseksin. işte max romeo & upsetters: war ina babylon hem arabada hem portable müzikçalarda hem de kafada sürekli çalmakta tatlı tatlı. işte sağ olsunlar bu albümün upsetter'dan bir reissuesunu yapmışlar ve ozan abi de getirmiş. oh ne ala...
cramps'i ilk duyduğum dönem çılgın gibi speed / thrash metal dinlediğim 88-89 lise başları.. eskişehirde 1980lerin başında açılan ilk avm (!) olan (ilkokul gezisi yapılmıştı orayı görmek için, sıraya girmiş, yürüyen merdiveni kullanmayı öğrenmiştik) esnaf sarayının en üst katında müzikçiler ve bilgisayar oyuncuları olduğu için en şahane kat orasıydı. ordaki dükkanlardan biri de babamın hem arkadaşıydı, hem de korsan kaset kopyalarken kullandıkları sık sık bozulan çoklu kaset çoğaltıcıyı (sanırım enlemesine 5 boylamasına 5 olmak üzere toplamda 1 player 24 kaset recorderın bulunduğu, çıplak terminatör estetiğinde, muhtemelen babamın icat ettiği bir alet) sürekli tamir eden kişi babamdı. dükkanda genç bir abi peydah oldu bir dönem, çılgın bir metal müzik arşivi olmalıydı, vitrinleri karışık kasetlerin tracklistlerini yazdığı a4lerle donattı, ağzımız açık kaldı. karışıkların yanı sıra şu adını duyup sanını bilemediğim punk müziği sordum, çok sert olduğunu düşünüyor, çok merak ediyordum. sex pistols'ın the great rock and roll swindle'ını çekti.. başka türlü bir şey beklememe rağmen memnun kaldım diye hatırlıyorum. herhalde gürültülü ve yavşak olmasından.. bir de clash'in adını duymuştum, sordum, give em enough rope kasedimle geldim eve bir süre sonra.. ama hiç memnun kalmadığımı hatırlıyorum.. işte bir de cramps çekti o dönem ama sanırım clash'in arkasına ya da başka biriyle önlü arkalı.. yarım yamalak hatırlıyorum, hangi albüm fikrim yok, ama rock and roll kafasında diye hoşuma gitmişti. yine de hiç cramps fanı olmadım hatta senelerce kovalamadım. ne zamandır ki burcuylayız bu tarz it kopuklar girer oldu eve.. daha önce deformda bazı plaklarına denk gelmiştik, burcunun aklının kaldığını görmüştüm.. bu kez yakaladım reissue sıfır toplamayı..
nofx ise 2000lerin ilk yarısında cihangirde orkunların evinde taksime çıkma öncesi bin kişilik sulukuru şenliklerinde dinlenen amerikan punk gruplarından biriydi. pek bir yeri yoktu hayatımda ama burcumun gençliğinde sevdiği zevzek bir albümmüş. pek ahım şahım bi albüm olmasa da amerikan pankının vadettiği eğlenceyi eski modadan veriyor. esas hoşuma giden tarafı şarkıların mesaj kaygısı, mesela don't drink & drive, you may spill your beer demiş.. o la la..

5 Aralık 2012 Çarşamba

almanya acı vatan adama hiç gülmeyi, nedendir bilemedim bazıları gelmeyi! part 1

ama bazıları da geliyor işte geç de olsa!
canım sevgilim bundan bir kadar ay önce dur şu allahın cezasına bir sürpriz yapayım da sevdiği, istediği, özlediği, beklediği plakları vinyldigital'den alıvereyim de gönlü olsun demiş. amma velakin burcu bir şeyler çevirirken tepesinde bitme adetim olduğu için dükkan ile yazışmasını gördüm ve işin sürpriz kısmı kaçtu. sonra da bekleyiş kısmı başladı. bir hafta geçti, gelen giden yoktu. apartmana bırakılan paketi çalıp giden komşular gibi, gümrüğe takılan mallar gibi karamsar fikirlerim ilk başlarda pek rağbet görmedi. henüz bir hafta olmuştu. ama zaman ilerledikçe yarimin gerilimi artar iken ben de üzerine varmamaya başlamıştım. bekleyiş üçüncü haftayı bulduğunda vinyldigital ile yazışmalar, postane ile telefon konuşmaları, inceden vazgeçişler, gelmeyeceğini, bir şekil aksilik olduğunu kabullenişler başladı. vinyldigital takibi biz burdan yaparız, eğer ki ürün gelmezse de gönderiyi tekrar yollar ya da paranızı iade ederiz dedi, içe su serpmesine serpti amma yarimin iyi niyetli sürprizinin bu noktalara gelmesi onu üzüyordu. derken bir sabah sabah tak tak tak, burcu kim bu, burcu gider kapıya, polislerin onu götürdüğünü düşünürken getirmiş işte plakları coşkusunu çok da belli edemeyen postacı. sürprizi kaçmış olsa da hiç mühimmatı yoktu artık. hhv.de'de preview'unu ilk dinlediğim anda vurulduğum, hatta uzunca bir zaman tamamını dinleyemediğim, çılgınca pikapta döndürmek istediğim renkli boyalı 10" boylarındaki sayılı gone beyond / mumbles: a duet for space in time plağı sonunda ellerimdeydi. daha önce adını duymadığım bu abiler iki ayrı prodüktör. ikisi de spiritizmaya yatkın, saykedelik kafalarla hip hop kafasını birleştiren abiler. mumbles'ı araştırırken karşıma ilk aceyalone ile 98de yaptığı müthiş a book of human league albümü çıkmıştı. [aceyalone'u ilk dönemlerine pek bayıldığım rjd2 ile yaptığı magnificient city ile tanımıştım, sonrasında acey abinin freestyle fellowship ve haiku d'Edat gibi numaraları olduğunu keşfetmiştim] bahsi geçenlere kulak kabartz:


sonrasında mumbles abim transformations/illuminations diye bir albüm yapıyor, amma ne bahtsız ki albümü çıkaracak olan zamanın leziz underground hip hop labellarından sound in color patlıyor ve işlere uzun bir ara veriyor [sitelerini aktive etmişler ama stokları eritmek için mi yoksa yeni projelere girecekler mi bilemedim], hal böyle olunca da albüm cd ya da plak olarak piyasaya çıkamıyor. bu da hayli nefis bir albüm, içinde acey ile cut chemist ile blu ile ve de akrabalar [esas adı matthew fowler (aman ha 9 numaralı tanrı ile karışmasın) olan mumbles'ın babası, amcaları, kardeşi hepsi nefesli çalan kişiler] ile featler var. ama mumbles'ın yüreğimizin tellerine kuşlar konduran esas projesi mevzumuz olan plakta da arkalı önlü buluştukları gone beyond abimiz ile birliktelikleri olan S.E.V.A. yani spirit evolves via awareness. gone beyond kardeşimiz de bu ruhani mevzularda mumblesdan geri kalmıyor hatta ismiyle müsemma ötelere gidiyor. ismi duyduktan sonra uzun süre geyiklerimizde kova, yapıştırma ya da delilik vesilesiyle akıl yitimi gibi bağlamlarda kullanmıştık. meğerse doğu kültürü ve felsefeleriyle hayli içli dışlı bir aileye doğan, asıl adı dahvin bugas olan gone beyond'un çocukluğu new york - california arasında sanatsal ve spiritüel merkezlerde geçmiş. gone beyond ismi de om gate gate para gate para sam gate bodhi svaha mantrasından geliyormuş, gone, gone, gone beyond, gone beyond the beyond, in complete enlightenment.. işte bu S.E.V.A. insanı gerçekten alıyor götürüyor götürüyor, aydınlatıyor kendine getiriyor, böyle müthiş bir albüm, saykedelik bir hip hop şaheseri, bir gün bu blogda onun da plağını aldığımızı yazarız inşallah om nama şiva!

işte gone beyond ve mumbles böyle arkadaşlar ve sonunda 500 dene basılmış picture disk plakları evimizde pikapta dönüyor. saykedelik desenler dönerken pikap masanın üstünde değil de duvarda sabit duraydı vortex'e dalıp gideydik diyor insan. plak hayli ağırca, zaten isminden de yaptığı işi belli eden özel basım hip hop plakları işiyle ilgilenen ooh that's heavy firması basmış. keşke digital download kod da koysalarmış diye hayıflandım biraz, kolayce paylaşmak için. bir de şu numbered plak olayını bilemedim, birinciyi, ilk onu filan mı almak daha şahane oluyor, yoksa milli piyango misali 9, 19, 29 mu kıymetli.. bizdekinin numerosu 350 üzerinden 337, 3+3+7 13 ediyor, aman allahmacun uğursuzluklar mı geliyor?

alamanya part 2: wutangleri mayerlama enstitüsü..

shaolin shadowboxing and the wu-tang sword style.. if what you say is true, the shaolin and the wu-tang could be dangerous! 2009'un son aylarında, sıkıntılı zamanlarda, yersiz yurtsuz 35. yaşımın sonlarında 35. chamber'ın çıkışında iken bir dünya uğursuzuna dövdürdüm wu'yu. 2 seneden uzun bir zamanda kısmen iyileşti, yapanı da kendisi de benden bol bol küfür yedi ama dövme ve de 36. chamberla beraber türlü güzellikler, beklenmedik olaylar gelişmeler girdi hayatıma. bunlar ayrı mevzu, wu-tang debut'u ve de şaheseri enter the wu-tang (36 chambers) albümünü dinlemem, çıkışı 93 yılından hayli sonraları aslında... wu'yla esas buluşmamız the w ve sonrasında iron flagle gerçekleşmişti. gravel pit olsun, hollow bones olsun, uzi olsun keza y'all been warned içime wu sevdasını soktu, ama esas aşk 36. chamber. böyle şahane bir debut, böyle birbirinden harikulade 9 mc, birbirinden şahane flowlar, nefis beatler ve özgüün stayl. albümde boş yok. burcu da demiş ki madem böyle nefis bir albüm var da neden evde yok. vermiş vinyldigital'e siparişi. tabi bunu öğrendiğimde bir tadım kaçtı çünkü yine kısa süre önce ben de aynı şeyleri düşünmüş amma velakin albümün orijinal ya da evvelki reissue'larını değil de music on vinylden çıkmış 180 gramlık remasterını almayı planlamıştım, hatta groove sami de music on vinyl getiriyordu. mov versiyonunu dinlemedim amma bizdekinin volümü hayli düşük, tertemiz, şıkır şıkır ama volümü düşük. orijinal us baskılarında mı böyle miydi bilmiyorum, olabilir, 12" singlelara yükleniyorlardı 90larda, albüm dediğin evde dinlenir, dışarıda kulüpte partide çalacaksan single al kardeşim şeklinde bir anlayış vardı ki bir bakıma doğru. öyle ya da böyle, harika bir işe imza attı yarim bunca anlattığım derdi çekip, şimdi hip hop albümler rafının son sırasında duruyor işte, biraz daha laf edersem söylenecek olan protect your neck olur bunun üzerine!




ah bu albümü ne bekledik ne bekledik.. çıkmasıyla birlikte en çok dinlenenlerden biri oluvermişti, ama plak olarak değil flac olarak bulunması bizleri pek üzüyordu. eeeen sonunda demiş ki burcu şunu da vinildijital listesine ekleyeyim de cüneytim sevinsin. ama cüneyt bu siparişi öğrenmeden bir gün önce mephisto'da plağın satıldığını görmesin mi? inceden huysuzlanmasın mı? ama çok inceden huysuzlanmış çünkü öyle ya da böyle bu albümün artık rafta diğer iki kardeşi strange arrangement ve direct to discin yanında yerini alma zamanı gelmiş geçiyormuştu. debut strange arrangement'ı dinlediğimde bestelere sözlere düzenlemelere enstrüman çalımına sounda her şeye hayran kalmıştım. kısa süre sonra mayer abi babylon'a teşrif etti, nefis bir konser verdi, hayranlığım arttı. aradan biraz daha zaman geçti ve stones throw'un direct to disc serisinin ilkinde yer aldı, ki bu direct to disc olayı canlı konser kaydından da ötesi, konser kaydedilirken direk analog masterlara aktarılıyor, ne edit yapabiliyorsun sonrasında ne de büdüt! gerçeğim 2010daki konseri ırakta dünyayı kurtardığı için kaçırmıştı, haiti dünya kurtarımı dönüşündeki kısa süreli new york aktarmasında başka bir konserin plağını getirmiş idi. bu plak hayranlığı daha da daha da artırdı çünkü babylondaki konseri katlamışlar baya eşek gibi çalıyorlar mayer abinizden şakalar makalar. sonunda da bu albüm çıktı, stones throwdan değil de universalden çıkarıyor olması biraz tadımı kaçırmıştı ama daha büyük imkanlarla çalışmak yaramış, mayer abinin 10 numara olan besteciliği ve söz yazarlığı daha da olgunlaşmış, prodüksiyon birkaç level daha atlamış, yine bir şaheser çıkmıştı ortaya.. albümde boş yok. işin aslı mayer abinizde boş hiç yok, single'ı, remix'i, featuring'i, konseri neyi varsa alın aldırın, dinleyin dinletin, biz öyle yapıyore..


13 Kasım 2012 Salı

arzuya göre sıcak tereyağlı veyahut amfetaminli servis edinuz..

isaac hayes: hot buttered soul / motörhead ‎– no remorse / superman & friends / cheech & chong: cheech and chong


rahmetli isaac hayes abimizi gençliğimizde shaft filminin müzikleriyle sevip, sonra young mc'nin rap'iyle daha bir eğlenip, klüplerde barlarda bol bol çalıp eğlendirip, chef rolüyle sweet love nasıl yapılır tarifini öğrenip geçirdik günleri... ama bu yayında söz konusu olan isaac hayes: hot buttered soul albümünden haberdar olmam albümün açılış şarkısı walk on by'dan sample alan hooverphonic'in überhypnotictrippy şarkıları 2wicky sayesinde olmuştu. [sözü açılmışken, hooverphonic geçen yıl yeni solistiyle iksv salon'a gelmeden önce esas şahane muhteşem konserini, esas solisti soğuk güzel geike arnaertli orijinal kadrosuyla 2006'da galatasaray üniversitesi şenliklerinde vermiş, ben de birazcık geç kalmak, birazcık da şimdi kim olduğunu hatırlamadığım birilerinin yüzünden (sanki esin gibi geldi şimdi) oraya değil de babylondaki elbow konserine gitmek zorunda kalmış ve bilmediğim bu gruptan pek de zevk almamıştım. üstelik aklım geika'nın belki de beni alıp buralardan götürme ihtimalindeydi ki asıl geika'yla değil moloko'nun solisti róisín murphy'le kaçma planım vardı. 2003 yılında konser için maslak venue'ye gelmişler ve ben çalıştığım için konsere gidememiştim. roisin de kendisine içki servisi yapan, ihtiyaçlarıyla ilgilenen oğlanla hoşlaşmış, sevgili olmuş, almış oğlanı götürmüştü buralardan. zaten hooverphonic'in konuyu buralara kadar getiren şarkısı 2wicky de albüm çıkmadan önce bertolucci'nin stealing beauty filminin soundtrack'inde yer almış, başroldeki liv tyler da rüyama girmiş, bana sırılsıklam aşık olduğunu söylemiş, bense onun dalga geçtiğini düşünmüş, duygularımla oynadığı için kızarak reddetmiş, bana gerçekten aşık olan liv perişan olmuş, ben de liv'e inanmadığım için pişmanlık ve acıyla uyanmıştım. o sıralar uluslararası ün sahibi hanımlardan çok çektim özetle.. mevzu isaac hayes olunca konunun buralara kayması normal herhalde..] sonradan bir baktım walk on by isaac abim de dahil olmak üzere güzelinden yakışıklısına hatta serserinin önde gidenine kadar coverlamayan sample almayan kalmamış. şarkı aslen burt bacharach abimizin ki kendisi çok önemli bir şarkı yazarı, magic moment olsun i say a little prayer olsun look of love olsun boru değil 2012 itibariyle birleşik devletlerde 73 birleşik krallıkta 52 şarkısı ilk 40'a girmiş. işte groovedan sami yeni gelen plakları haber verdiğinde aralarındaki isaac albümleri hemen dikkatimi çekiverdi sıcak tereyağlı ruhu bana ayırıvermesini istedim.



araya kurban bayramı girmişti, bayramdan sonra gittiğimde dükkan kapalıydı. sergi gezdim, dolandım ama sami dönmedi. araya tekrar bir zaman girdi ki her işte bir ay vana teyk yu hayır varmış. dükkana gidebildiğimde başka bir lovemaker abimizin albümü raflardan bana bakıyordu. motörhead: no remorse! çift plaklık motörhead double toplaması, en iyi yılları, en iyi şarkıları, albüm için kaydedilmiş yeni kadroyla yeni şarkılar da var.. ama ilk dinlediğim motörhead şarkısı bunlardan sonrası, zengin insanların mönüde servis edildiği aynı isimli hasta anarşist filmin şarkısı eat the rich, ilk dinlediğim motörhead albümü de bu şarkının da olduğu rock and roll'du. [ki aynı eat the rich birkaç sene sonra dönemin rakçı metalci gençleri için mühim bir yeri olan, aslında doğu blokundaki rock & metal gruplarına destek için yapılmış, ama zuladan bizim de yandığımız thrash the wall toplamasında yer almıştı. king diamond, sodom, annihilator, obituary kimler yoktu ki kasette!] rock and roll albümünü o zamanlar karabük'te ikamet eden tünay akdeniz'den posta yoluyla kasete çektirmiştim. ["big rocker" lakaplı tünay akdeniz'in çok geniş bir rock/metal arşivi vardı, daktiloyla hazırlayıp fotokopiyle çoğalttığı kataloğunu ve eliyle eklediği sayfalardaki yeni gelen albümleri postayla abonelerine yollardı. biz de oradan albümleri seçer, posta çeki hesabına parasını yatırır, kasete çektirir, postacı yolu gözlemeye başlardık. aynı tünay akdeniz'in 45liğini buldum sonraları evde, mesela mesele / dişi denen canlı şarkılarının olduğu albümü hıyar gibi sattım yok yere..] albümün hastası olmuştum ama motörhead'in aslında ne olduğuyla ilgili esas fikri kapıkuleye kadar değil de hammersmith'e kadar uyumak yok albümü verdi. onu da alıcaz allahın izniyle.
aslında bu no remorse'un karton yerine suni deri kapaklı versiyonları var, gönül isterdi onlardan olsun. ama denk gelmiş mis gibi, albüm ve kapağın kondüsyonları çok şahane değil [iyimser VG+] ama atlaması zıplaması yok çıtırtılar kıtırtılar da zaten lemmy abinler yüklenince pis pis duyulmaz oliy, insertler de mevcut, demesinler keyfime ki fiyatı da pek uygundu. zaten sami ile o gün plakçılar ve fiyatları konusunda sohbet ettik. fiyatları diğer alışveriş yaptığım yerlere göre hep daha ucuz. bunun sebebini "plakları satmak için alıyorum" şeklinde güzelce özetledi.



bir de sami abinin ıskarta standı var. arızası olan ya da satmayacağını düşündüğü plaklardan istediğini alabiliyorsun. daha önce bonnie & clyde filminin müziklerini bu şekilde almıştık. müzik namına çok bir şey yoktu zaten plakta, sample alırun, scratch atarun diye düşünmüştüm. gene aynı düşüncelere hitap eden iki hediye plakla döndüm groove'dan.. kapağı pek güzel, maceraların okunduğu bir örümcek adam ile vietnamda uyuşturucu bazlı komiklikler peşindeki çiç ve çong. onlar da kim diyenler, tıklamaya doymadım diyenler, tıklamaya devam edebilirler.

8 Kasım 2012 Perşembe

dicey gölgelerin gücü adına! meet the mo-dettes!

akşama dj shadow konseri var, biletlerimizi almışız, heyecanlıyız. eksisozluk'te adnikraf adlı suser'in şöyle bir şey yazdığını görünce helecanım katlanmış: "söylentiye göre sayısı 50 binin üzerindeki plak arşivinden (bilen bilir) belli bir zaman periyoduna ait olanların buraya ait hissettiklerinden 70 adedini konserde dağıtacakmış", ki sonrasında bu bilgiyi deform'dakilerle de paylaşmışım denyoca. neyse evden imzalatmak için endtroducing ve stem'i almışız, çıkmışız yola... burcu kursa gitmiş ben dükkana. biralanırken tayfun hiç siftah yapmadık bugün, bir şey alsana oğlum dedi. karikatür iki kadın figürünün dansettiği 45lik gözüme takıldı, mo-dettes: white mice / masochistic opposite, aha kesin bu kız pankı gibi bişiydir burcu sever dedim, taktık pikaba. hakkaten de öyle çıktı. gitarcı kate korus zaten slits'in ilk dönem kadrosundaymış. raincoats'un da başlarında varmış. etrafı bırkalamaya devam ederken gainsbourgh - l'homme a tête de chou'sunu gördüm, onu da dinledik biraz, nefis albüm, bu sıra yeniden basılan gainsbourgh'ler arasında da yok kendisi, amma velakin paraya kıyamadım (ki birkaç saat sonra o paralara acımayacaktım bira alırken ah ah!), ve mo-dettes'i aldım. aman efendim benim bu beyaz zarf içinde aldığım plağın aslında bir ön ve kapağı varmış ki sormayın, keşke olaydı bizde de, hem punk hem çizgi roman daha ne olsun kuular?
ardından alkollü bir shadow konseri. burada video'yu çeken arkadaşın bloğunda yazdıkları var. bizim macera ise hafif itişmeli (medeni pogo) hafif brutal (alkollü böğürmesi) bol gööölge diye bağırmalı (tezahür at) sonunda da plağı imzalatmak için burcunun dizini moratması ve çürütmesiyle biraz acılı geçti. fakat bu şedovun imzası da karalama gibiymiş arkadaş! önce harbiden karaladı sandık alkolün tesiriyle sonra baktık internetten hep böyle!

ahanda single, white mice'a çekilmiş reyr bi video ve elemanın çektiği shadow:




iştehanda imzalı şedov plakları ve rob'un defterini kontrol ettikten sonraki imzasu.. ve de boşluk olmasın hoşluk olsun deyu nefis bir röportaj..

31 Ekim 2012 Çarşamba

misafirlik öncesi kadıköy diggin part III - zihni abinler

rainbow45'te (aşağıda anlatıldığı üzere) bunca vakit geçirdikten sonra normal şartlarda sonaya doğru yola çıkmamız gerekiyordu ama burcu'nun telefon konuşmasıyla daha vaktimizin olduğu ortaya çıkınca akmar pasajı'na yöneldik. zihni'ye girersek geç kalacağımızı biliyordum ama burcu bunu öngörememişti. neyse girdik ve ne var ne yok taramaya başladık ki tarama sonunda orada çalışan elemandan en süper digger çift ödülünü aldık indirim babında bir işe yaramasa da... zaten indirim konusunda ne kadar yavşaklaşsan da karşılık alamadığın yerlerin başında geliyor zihni abinler. dandirikten bir indirim söz konusu oluyor, 3-5 gibi... neyse, burcu arvo pärt: arbos'u görünce aklı çıktı. sıfır plak, üstelik 87de basılmış. acaba yeniden mi basılmış? her koşulda gözel oldu, kızımız bu abiyi hakkaten pek seviyor daha önceden a.k. müzik'in cihangirdeki opus 3a dükkanından da miserere ve trivium'u almış idik. bu albüm bana en çok geçeni oldu dinleyince, tonundan mıdır, neyindendir bilemedum bana atom heart mother'ın bazı temalarını anımsattı. pek gözel albüm iyi ki almışız dedirtti kendisi.
kazuya devam ederken stray cats: built for speed çıktı bu kez. stray cats'in en sevdiğim, çalma hardcase'inde sürekli bulunan ve rakın rol çalarken illa ki bir şarkısını attırdığım albümü... ilkokul birinci sınıfta, kankam bayram'la çılgınca rock and roll dinleyip, enerjiyi atmak için dans yerine salondaki sehpanın etrafında birbirimizi kovalarken eskilerden chuck berry, fats domino ya da yenilerden shakin' stevens dinlerken nasıl olmuş da stray cats girmemiş hayatıma. belki de türkiye'de basılmadı o dönem plak ve cdleri. shakin' stevens poptu baya, stray cats kötü çocuk olduğu için mainstream'e yaklaşamadı. çok sonraları ayto'dan dinlemiştim. burcu da geçen yıl bu zamanlar haiti'den dönerken başka bir sürü plakla beraber evimizin ilk stray cats plağı rant'n ravenı getirmişti. [tabii ölmüş de ağlayanı yok haiti'den değil, aktarma yaptığı new york'tan almıştı plakları]
dükkanın girişinde solda, duvara sırtını vererek baktığın plaklar ise ağırlıkla ikinci jazz plakları ve asıl hazine orada gibi aslında. oraya geçmeden önce aralıklarla birbirimize hadi, geç kalıyoruz, tamam istediğin zaman çıkalım gibi cümleler sarf etmiş ama bir yandan da kazuya devam etmiştik. burcu duke ellington's greatest hits ile çıktı geldi, fiyatı çok uygun, şarkıları da biliyorum dedi. bense bir farklı dönemlerden, farklı soundlarda ve de kapağında duke'un korkunç bir pardesüyle poz verdiği bir toplama yerine bir albüm almayı önerdim. ki dükkanda nefis görünen soul call ve ismiyle cazip afro-bossa mevcuttu. burcu kararsız kaldı, soul call'a önce tamam dedi, ama baktım aklı greatest hits'te ve bildiği sevdiği şarkılarda, ben onda ısrar ettim. az önce bizi en uyumlu çift ilan eden çalışan arkadaşın fikrini değiştirmeye çalıştırırcasına diğerinin istediği olsun yarışına girmiştik. benim dediğim oldu sonunda, devamında yolda internetten soul call'ı araştıran burcucum küçük bir pişmanlık yaşadı, kaçmıyorlar ya onu da sonra alırız di mi?
ama zihni'deki en süper olay 15 liraya lou rawls: the way it was the way it is (discogs'ta bendeki edition [C 062-80 119] yok, girince update ederun linki) albümünü bulmaktı. lou rawls'un hep 70 ortası ve sonrası dönemi plaklarına rastlamıştım dükkanlarda ve nette. lou abimin sesi hep güzel ama axelrod ile 60 sonu 70 başı dönemlerindeki prodüksiyonlar daha bir nefisti... zaten lou rawls ile tanışmam da vaktiyle lale plaktan aldığım i can't make it alone: the axelrod years toplama cdsi ile olmuştu. çılgıncasına sevdiğim season of the witch'in en hastası olduğum versiyonlarından birini de rawls abim yapmıştı ve o da bu albümdeydi. kapak VG+ plak da NM olunca demesinlerdi keyfime! albümün bir acayipliği arka kapakta şarkıların albümdeki sıralarına göre değil aranjörüne göre sıralanması ki ilk anda hay allahım rong treklist dedirtiyor ve cadı mevsimini akla getiriyor mystery train görüntüleri altında: ervisü! karu pörkins! erivisü! kaaaru pörkinsü!

misafirlik öncesi kadıköy diggin part II - rainbow45

ufacık tefecik bir turşucuk, ortasona ve lisebire giden bir küçük metalci çocucuk iken eskişehirde iki eylül caddesinin hamamyolu çıkışına denk gelen, odunpazarı mevkiine yakın bir pasajında bir metalci dükkanı vardı ki ismini hatırlamıyorum. lakin dükkan tabelasına logo olarak motörhead'in ikonu warpig a.k.a. snaggletooth'u koymuş idi... dükkanın vitrinini de ağız sulandırıcı kuru kafalar, zincirler, metal posterleri ve albüm kapaklarıyla öyle bir süslemişti ki dükkanın içine girene kadar vitrinde saatler geçirebilirdiniz ki biz öyle yapardık. slayer'ın megadeth'in whiplash'ın voivod'un türlü türlü thrash ve speed çılgını grubun albüm ve materyallerini orada görmek akıl yitimine neden oluyordu... purplelar zeppelinler gibi klasikler ya da bon joviler leppardlar whitesnakeler gibi dönemin popüler hard rock grupları da orada mevcut muydu bilmiyorum, gözüm hiç onları görmemiş, orta sonda çılgın gibi dinlememe rağmen hatırlamıyorum bile... bir speed-thrash trenine binmiş gidiyordum. dükkanın sahibi abi de muhtemelen bizden 3-5 sene önce o trene binmiş, şimdi de eskişehir vagonlarını çeken lokomotifi sürüyordu. aklımızı uçuran onlarca albüm arasında bütçelerimiz de harçlıklarla sınırlı olduğu için aytuğ ve diğer metalci arkadaşlarımla albümleri seçiyor, birinin kasede çektirdiğini diğeri ondan kopyalıyordu. ilk kopyalattığım albüm speed kills II: the mayhem continues isimli toplamaydı... agents of steel'in muhteşem marşıyla başlayan albümde helloween'den anthrax'a, bathory'den sodom'a, whiplash'a kadar acayip isimler bir de bilmediğim muhtemelen pek de uzun ömürlü olmayan gruplar vardı... değil ben yaştaki bence hiçbir yaştaki bir çocuğun gene başka bir sevilen ikonumuz olan rattlehead'in kapakta emlakçı pozuyla durduğu megadeth'in peace sells... but who's buying albümünü görüp dinlemek-kasede çektirmek-almak-çalmak eylemlerinden birine yeltenmemesi mümkün değildi ve ben en makul olanı yapıp kasede çektirmeye karar verdim ve de her şeyin kadir kıymetinin bilindiği son zamanların meşhur sorularından biriyle karşılaştım: arkasına ne çekelim?! dükkanda şöyle bir göz gezdirdim, türlü türlü mezarından kaçmış yaratıklı albüm kapağını dolaşan bakışlarım silahlarını bana döndürmüş "teslim alıyoruz" diyen dört serseride kaldı. bunu çek abi diyip overkill: taking over albümünü gösterdim. haliyle peace sells de taking over da nefisti ama esas mevzu bizim thrash treninin makinisti taking over yerine overkill'in ilk albümü feel the fire'ın şarkı isimlerini yazmıştı. böylelikle uzun süre deny the cross'un nakaratlarını raise the dead şeklinde filan söylemeye çalıştım keza bobby blitz we are the wrecking crew diye bağrınırken ben ordan bir rotten to the core cümlesi çıkarmaya çalışıyordum.
eski konak yıllar önce yandı gitti, biz de burcuyla kadıköy seferimizin ikinci ayağı rainbow45'e geldik. biraz clashlara seyirdikten sonra heavy metal bölümüne geçtim running wild port royal ve slayer haunting the chapel albümlerini görende aklım çıktı... ama gitti gidiyordan da kovaladığım taking over'ı almaya karar verdim karşıma çıkmışken, bu sıralar da mp3playerda sokaklarda bol overkill dinlemişliğim vardı. aklım slayer'da çokça kalsa da overkill'i koyduk sepete. lakin eve döndüğümüzde plağın bombeli olduğunu fark ettik, göbekten dışa doğru, b tarafında etkili, sesi etkilemeyen bir bombe... bunca şeyi yazdıktan sonra da insan tekrar götürmek istemiyoru.. bakali..
bu gitgeller (slayer mı running wild mı overkill mi) arasında dükkanın diğer raflarını biraz da yalandan karıştırırken bu kez de hep wishlistte duran başka bir ergenlik dönemi albüm çıktı karşıma... the notting hillbillies: missing... presumed having a good time mark knopfler sevdasıyla lise yıllarının sonuna doğru almıştım kasedini ve pekpekçokçok sevmiş, uzun uzun dinlemiş, sonra üniversite sonlarında kaseti harun'a vermiştim. birkaç sene önce plakhanede your own way sweet way'i bulmuş ve almıştım. ve gene bu yaz albüm bilgisayarda repeatte kalmış, biz bir şeylerlen uğraşırken burcu da notting hillbillysine doymuştu... velhasıl kelam artık evde oldukça gıcır (VG++/NM) plağı var... overkill ve notting hillbillies yan yana kes kel alaka ama işte böyle bir şey halkların kardeşliği... ya da burcuvazinin dayanılmaz çekiciliği... dj vadever is in the house! so blues stay away from me!!!

misafirlik öncesi kadıköy diggin part I - 3 renk: kırmızı mavi beyaz


uzun upuzuun zamanlardan beri, aslında tam olarak 29 ağustostaki meriç ve eylem'in düğün gününden beri kadıköye geçip plak alamamıştık. [o gün aldıklarımız zoltan'dan satta massagana ve cane and able, rainbow45'den black market clash olmuştu] sona'ya akşam yemekli yatmalı misafirliğe gidecekken öncesinde şöyle bi plakçıları dolaşalım dedik... ilk önce karşımıza ahşap arabasına yığdığı plakları satan genç bir oğlan çıktı... güzelce karıştırdık, içimde çok acayip bir şey bulacağıma dair umut vardı ama olmadı. lakin burcu herbert von karajan'ın yönettiği viyana filarmoni'den bir beethoven 7. senfoni bir çaykovski 6. senfoni buldu gönlüne göre. bir de verdi'den la traviata operasını... beethoven denişik bir sert kartonu ve insertüyle pek hoş görünüyordu, içleri de pek temizdi zaten plakların ama sesi biraz sikko nedense, biraz yaşlı olduğundan herhalde. çaykovski ve verdi de special price görünümlü amma gözel sesli... hoş geldin marc şarkısıyla coştuğumuz en gözel operalar evimizdeydi artık. hem de pek ucuz, aslında sokakta böyle satılan plakların hak ettiği fiyata... oğlan 7liradan veriyordu plakları. kurulduk konuşurken plakçılar gelmiş burayı patlatmıştır çoktan ayırdıkları plakları bizden de ucuza alıp yüz misline satmak için diye amma çocuk yok ben bunları yeni getirdim dedi. tozlu parmaklarla döküldük yola... istikamet rainbow45ti..

ver coşkuyu beethoven - ver patetiği çaykovski - ver di!

30 Ekim 2012 Salı

varsa bi 10luk bozuk, iki 45lik edebilir mouk!

hastaneye gittiğim sabahların devamında genelde deform'a uğrarun. poğaçadır tatlıdır aldım gittim çayları söylemiş, biraz soğumuşlardı bile... bir yandan muhabbet ederken bir yandan yakın köşedeki 45likleri bırkalamıştım. sonra bir hollandalı çocuk bir süredir dinlediği plaklardan seçimini yaptı, yanılmıyorsam bir okay temiz aldı, ozan da para üstü için benden 10 kaat istedi. çıkmam gerekti biraz sonrasında çıkarken de hadi şunları alıvereyim dedim, 10 liraya say senden de iki mal eksilsin. ne onlar filan derken aldım gözüme kestirdiklerimi ki bunlardan biri Garnet Mimms & The Enchanters: Cry Baby / Don't Change Your Heart [NM/GENERIC] janis ablamızdan duyup bebekler gibi ağladığımız şarkının yazarı Bertrand Russel Berns abimiz. ki bu abimiz piece of my heart, hang on sloopy, twist and shout gibi şarkıları yazan, prodüktörlüğünü yapan bir abimiz! gencecikken 38 yaşında kalp yetmezliğinden 1967'de vefat eden bir abimiz! hem de 30 aralıkta, yeni yılı göremeden vefat eden abimiz! ağlamayıp da ne halt edeceksin? 2009'un sonunda ya da 2010'un başında, evi boşaltmış, olimposu bitirmiş, soğuk, parasız ve evsiz günler yaşar ve de o sıralar sona'da konaklarken yaptığım ağlak troubles, heartaches & sadness miksinde kullanmıştım bu canım şarkıyı. şarkıyı okuyan garnett mimms abimiz de solo ve çeşitli gruplarla eserler verdikten sonra isa abimize dönüp "yeniden doğup" müzik işlerini bırakmış. gospel okuyaydı hiç olmadı... b yüzündeki don't change your heart da the enchanters üyesi sam bell'in bestesi bir r&b baladı. böyle bir cümle ettim diye harcadım sanılmasın ama diğer plağa geçme derdindeyun.
killing floor: out of uranus / sun keeps shining [NM/VG] beni kapaktan yakaladı. grubu hiç duymamıştım, ama isimlerini havlayan kurt'un şarkısından almış olmaları, hem de a yüzü şarkısı out of uranus'ün "out of your anus"ün şifreli yazımı olması cazip geldi. şarkı söyleyen baronun roger waters'ı andırması da sempatik geldi [senelerce en antipatik bulduğum floyd'du kendisi, ta ki istanbul konserine kadar] plağı şöyle bir dinledim kulaklıkla. out of uranus cayır cayır [not cazır cazır] gitarlarla başlayıp alıp gidiyor, daha garaj havasında, hafif bir düşük tempo born to be wild gitarları/akorlarıyla akıyor gibi, göbeğindeki bass gidişinden de sanki cure etkilenmiş yıllar sonra killing an arab'da. b tarafı ise hızlı bir blues/rock and roll, hayli ten years after havasında, ama gitarcı alvin lee gibi iddialı değil. biraz da taste'i android. esas mevzu ozanım bozulmaz inşallah çok kıymetli olmasa da nadirce bir 45lik imiş, ebayde 10 pounda (16 dolar gibi) alıcı bulmuş bundan bir buçuk ay önce! o zaman şu öve öve bitiremediğum şarkılar neymiş dinlemekintoş ve bir de bahsi geçen ağlak troubles, heartaches & sadness miksini ki öyle bir miks bilen bilir bilmeyenlere de miksbulutu anlatsın.

23 Ekim 2012 Salı

2 alman artı 9 hollandalı eşittir ilk 11'e girecek 3 plak daha!


kurban bayramı öncesi borcunu öde, plak dükkanını sevindir kampanyası dahilinde, eskişehire yola çıkmadan bir gün önce burcuyla deform'a uğradık ve tayfunumuz arasımız oradaydı. borcumuzu ödedik ve yeni borç yapabilecek yüzü bulduk.
jungle by night: hidden albümünün gelişini ne zamandır bekliyordum. albüm ozanların sık alış veriş yaptığı rush hour label'ı kindred spirits'ten çıkmıştı, oradan birçok mal gelmesine rağmen albüm bir türlü gelememişti... neyse albüm gelmiş ve ozan da bana ayırmış. bu hollandalı lise kaçkını 9 oğlan eşşek gibi afro hayvan gibi funk ve it gibi jazz çalıyorlar. ET singleları ve selftaytıld epleri bizde vardı ve çok mutluyduk, albümün de gelmesiyle mutluluk katlandı lakin albümün bir de birazcık daha pahalıya satılan çantalı ve bizde olan single hediyeli versiyonu var imiş, ondan gelmemiş, çantayı severdi sevgilim, ondan diyore, hadi neyse... hidden'ın prodüksiyonu daha şahane olmuş, çocuklar da kendilerini daha geliştirmiş gibi geldi bana.. bol bol konser verdiler çaldılar arada, gençler enerjileri de bol maşallah. yazın jazz festivali kapsamında ve türkiye hollanda ilişkilerinin 400. yılı bağlamında (çok meyve verdi bu durum müzikal anlamda istanbula, gelen giden bol oldu, oluyor) gelip gündüz vakti müzik ziyafeti çekmişlerdi tünel meydanında. bunlar gelmeden önce de twitter neyinlerine plak getirin yazmıştım, temam demişlerdi, gittim yanlarına sahneye çıkmadan önce, elemanlardan biri ay ben cevap vermiştim ama unuttum yahu dedi, beriki menajere sor dedi, menajer şurda bir plak dükkanına bıraktık biz plak dedi.. meydana en yakın plak dükkanı da lale plak olduğu için burcu yollanmıştı oraya, fakat ne yazık ki plak yoktu.. uzun lafın kısası geldi o plak sonunda aldık arkadaş! işte o plaktan bi şarkı, 7"i de çıktı.. bir de mevzubahis konserden bir bukle, coltrane'in afro blue'sunu nefis çalıyorlar, bu da selftaytıld eplerinde var. bir laf daha, gene bu 400 hollanda türkiye ilişki yılı sayesinde lefties soul connection da çıktı sahneye gece ama bir milyon kişi izlediğimiz için daha duramadık kendimizi bir dondurmacıya attık!



9 hollandalıyı yukarıda uzun uzun anlattım. iki almanın da biri sevgilimin sevgilisi bach, günter kehr yönetimindeki mainz chamber orkestrasından, susanne lautenbacher solistliğinde la major, mi major ve re major keman konçertoları [vox STPL 511.540 PL 11.540] [bu box sette mi major hariç bizim plaktakiler var...] diğeri de sonradan ingilizliğe geçen bir alman arkadaşımız handel'in obua ve yaylılar için 4 konçertosu [nonesuch records H-71013] robert casier abimiz obua çalmış, anthony bernard abimiz de cento soli orkestrasını yönetmiş. handel'in kapağında tontini arkadaşlar müzik çalmakta, bach'ınkisinde ise gene bir takım dinli imanlı azizeli ortamlarda takılan kızlar var ki boticelli'nin allegory of springtime adlı eseri... bach bildiğimiz bach, başka bir dünyadan, handeli bilmezdim, bu da güzel valla, klasik müzik arşivimiz genişliyor ama cd değil de plaktan alarak bunları iyi mi ediyoruz kötü mü ediyoruz bilmiyore.. biraz çıtırtılar, hısırtılar atlamalar misal motörhead dinlerken başkaa bunları dinlerken başka oluyor. ama kapakları eline alıp resim gibi dalıp gidebiliyo musun arkadaş cd'de? hele low price cd'de? susanne lautenbacher (içinde bach geçiyo adının, adanmışlık olmasın) ablamız kemanı pıtır pıtır durmayan parmaklarıyla gıdıklayıp durmakta, alışmışım çokça orgdan bach dinlemeye bu plak ilaç gibi geldi. videodaki plaktakinin aynısı ama bizdeki amerikan buradaki avrupa baskısı sanırım plağın... handel'in de plaktaki tam karşılığı yok burada ama obua konçertoları hakkında fikir sahibi olmak için bir video buldum. video dediysem burda görecek bir şey yok hadi dağılın!