27 Aralık 2013 Cuma

seneyi devriyesinde bir kriz-mıs daha..

geçen sene bu zamanlarda yılbaşı sezonunda olanları blogun şorasında anlatmıştum. bu sene ise koşturmaca ve de süslemelerin kilerdeki varlığından olsa gerek bi süsleme çalışması olamadı. krizmıs gecesi eşle dozla yemek planları da yazılar çiziler işler yüzünden gerçekleşemedi. ama yine de onca zamanlık para darlığının ardından kuuma gelen bir nakiti elden teslim almamla ne zamandır naber demek dışında uğrayamadığım plak dükkanlarından groove'a uğradım. sami de uzun zamandır iş olmamasının sıkıntısını yaşayan bir plak satıcısı... geziyle azalan alışveriş debisi euronun 3liraya vurmasıyla yılbaşında dahi dükkan kapıları ağlayan birer duvarlar. keşki bundan birkaç hafta önce şu nakit akışı olsaydı diye hayıflandım çünkü sami'nin eline universal plak depolarından mıdır, d&r artıklarından mıdır artık nerdense kiminin köşesi kıvrık, kiminin kapağı çatlak, kiminin ise hiçbir umursanır defosu olmayan dükkan çıktısı-teşhir ürünü mallar geçmişti... cure reissue'ları, mesela evde orijinali olmasına rağmen pornography remasterına seyirmiştim, yine metallico remasterları ki 45 rpm ride the lightning ve kill em' all'u vaktiyle çıktıklarında almış, ama soundlarından memnun olmayıp ozana satmıştım, fakat 6 plaklık garage inc 45rpm serisi 100liraya mevcuttu mesela, ama esas olarak da burcumun pek sevdiği björk'ün benim de pek sevdiğim albümü olan homogenic'i kaçırdığıma pek eseflenmiştim.. günler kaçan plakları saymakla geçmez, aramıza hoşgelen plakları saymakla geçebilir. bir diğer -sonmuş- albümü björk: biophilia aramıza hoşgelmiştir. meğersem burcum bunu de pek istermiş, zaten insan dediğin sevdiği sanatçının bütün albümlerini istemeli. albümü dinledik bikaç kere, ben de kadının sesini özlemişim baya, altyapılar da gözel, ama albümün esas olayı ipadde yapılması ve de bir aplikasyon olmasıymış, aplikasyonu kurup acayip bi takım triplere giriliyormuş, güzel, ama biz naptık gittik onun plak formatını aldık. gerçi aplikasyon diyoruz ama björk ve arkideşleri de enstrüman imal etmişler albüm için ho. burada biophilia ile ilgili pek gözel bi yazı var, zülal kalkandelen yazmış vaktiyle: işte



2013 hayli plaklı geçen bir yıldı, özellikle yazın evlilik ve balayı ve diggin turunda zirve yaptı. sonrasında da aylar boyunca tek tük bir şeyler eklendi koleksiyona.. 2014'ün bol plaklı bir yıl olmasını diliyorum ama yuro 3 dolar 2 iken bu nasıl olacak.. keep on diggin demekten başkaca bir söz bilemiyorum.

1 Aralık 2013 Pazar

önce bumaça sonra fumaça

30 kasım cumartesi gecesi ozan'la birlikte çalacağımız back up records gecesinden şüpheliydim açıkçası.. ozan plak fuarına gitmiş, ordan da amsterdam'a geçmiş eğlenceye doymuş ve yorulmuş olmalıydı.. ben de daha cuma gecesi karga'da çalmış, burcu'nun iş için urfa'da olmasıyla komple dağılmış, sabah tayfun ve yeşim 'in yanında kusmuklar içinde uyanmış, utançla evden kaçmış, eve gelip sızmış, sonra uyanıp paklanıp bir senaryo iş görüşmesine gitmiştim. kafam zonklarken birkaç saat sonra yine barda müzik çalıyor olmak nasıl olacaktı bilemiyordum. eve döndüm 3-3lük fb beşiktaş maçı beni biraz ayılttı.. sonra ozan ben biraz yumoş çalacam önden başlarım diyince rahatladım, 11 buçuk gibi quit'e vardım. baya da bi insan vardı ve gelmeye devam ediyorlardı. hemmen ikram edilen wurst ve birayla ayılmaya keyiflenmeye başladım, ozan da pek şahane, pek duymadığım tarzda balearic funky diskomsu şeyler çalıyordu, pek hoşuma gitti.. ortam iyice kıvama geldi bu sefer ne çalıcam bu sentetik havaların üstüne diye kaygılandım. bpm 120lerde geziyordu, verdim aziza a'yı, ardından da hip hop'u zerk ettim genç bünyelere.. sanki kulüpteyiz millet geçti kendinden, dubtı steppaydı funktı rockabillydi derken sabahın 5'ine kadar nefis bi çalma gecesi yaşadık eski zamanlardaki gibi... bizde iyi müzik çok, yeter ki kitle iyi olsun.. sabaha karşı neşeyle ozanlara döndük biraz daha müzik. sonra uyku sonra kalkış kahve kahvaltı ve daha çok müzik.. ozan'a iki dene bu 45likten vermişler amsterdam'da: fumaça preta - you-me libertar / eu era um cao toplamda da 500 tane basmışlar ha! baya bi çiğ, sert ve de saykodelik bi funk anlayışı var fumaça preta abilerimin. kendisi sanıyorum portekizli. artık bir amsterdamer midir? yoksa bu music with soul'cularla uzaktan kuzen midir bilmiyorum diyodum ki biraz kurcaladım siteyi, gün içinde toplaşıp, şarkıyı ve sözleri yazıp, kayda girip işi bitiren insanlarmış bu abiler. music with soul'un az ve öz olan diğer mamulleri de aynı tatta.. zaten sitelerine kocaman "we like it raw" yazmışlar. aman insanın ağzının tadı olsun da, soul geceleri de soul plakları da yanında en datlu şekerleme [raw bile olsa]..

24 Kasım 2013 Pazar

miro istanbul'da, cooper üsküdar'da..

miro istanbul'da sergisi tophane-i amire de açıldı ve burcuya söylediğimde olumsuzca "ona da gidemeyiiz, hiçbir şeye gidemiyoruz bu şehirdee" gibi söylenmelere girişti. aslında serginin daha iki ay daha açık olacak olmasına rağmen açılışın ertesi günü haydi gidelim dedum. hatta amsterdamda müzelerin önünde kuyruk beklenmesi yakın geçmişimden ötürü de "biletleri önden alayım, bugün cumartesi, kuyruk beklemeyelim" diye de ekledim. mekana gittiğimde kuyruğun kapının önünde değil kedilerin arkasında olduğunu gördüm. başarla çay içip beklerken burcu elinde sürpriz bir plakla geldi. üsküdardaki antikacılar pazarına uğrayacağını söylemişti. antikacılar pazarı denen herhangi bir yer plak almak için doğru adres olmayabilir diye bir önyargım var, çünkü plağı eski-nostaljik-antika olarak gören zihniyetler müzikten aciz geçmişlerinde yer etmiş uyduruk plaklara olduğundan fazla değer biçebiliyorlar. amma velakin yine üsküdardan deform tayfun'un yakaladığı şahane ve reyr bir dub plağını [o derece reyr adını hatırlamıyore] gördüğüm an geldi aklıma ve helecanla plağı torbasından çıkardım. yerli baskı alice cooper: goes to hell albümü.. teşekkür edip öptüm sevgilimi, o da çay almaya gitti o sırada ben de başara anımı anlattım. lise 1 zamanı olmalı yani 14 yaşlarındayken küçük bir müzik dükkanı olan bir elemanla tanışmıştım, adamın elinde yeni metal albümleri oluyordu ve kasete kayıt yapıyordu. benim elimde de bir koli sony chf 60lık kaset olduğu için param oldukça kayıt yaptırıyordum. adam benim elimde plak olduğunu öğrendiğinde takas önerisi getirdi ben ona plak verecek o da bana karşılığında kaset çekecekti. eleman 70ler tarzı hard rock gruplarının hayranıydı, mesela nazareth: rampant plağına karşılık 5-6 kaset çekiyorsa robin gibb: how old are you plağını zor bela alıyordu. how old are you cümlesi de manidardı tabi bu durumda, o hiçbir şey vermeden [kayıt esnasında harcanan elektrik parası dışında] plak sahibi olurken ben de parasız bir tiineycır olarak dinlemek istediğim albümlere kayıt kaset formatında ulaşabiliyordum. velhasıl alice cooper'ın bu albümü de o elemana kimbilir hangi albümlerin kaydı için takasa gitmişti hatırlamıyorum. 76 albümünün tiyatrovari şarkıları ve yumuşak soundundan hoşlanmamış olmalıyım, çünkü normalde o sıralar alice cooper beni cezbeden nitelikteydi. yılan ısırırken deli deli baktığı constrictor ve sıkılmış solcu yumruğunun avuç içindeki makyajlı yüzünün olduğu raise your fist and yell gerek kapakları gerek cayır cayır gitarlı şarkıları gerekse de çılgın klipleriyle [bkz1 ve bkz2] süper albümler olmasa da beni etkiliyordu. hele ki john carpenter'ın prince of darkness filmi için aynı isimli şarkıyı yapması ve de üstüne filmde bisikletle vahşice adam öldüren bir sokak serserisini canlandırmasıyla sempatim alıp yürüyordu. ben başar'a bu plağı vaktiyle kaset karşılığı vermiştim hikayesini anlatırken burcu geldi ve plağı kaça aldın muhabbeti oldu. 5 liraya satmayacaklarını bildiğim halde bu plağın ederi 5 lira dememle burcunun canı bir sıkıldı ve inceden almaz olaydım moduna girdi. ben de gerekçelerimi sıraladım, ortamın tadı kaçmadı. başar da bunun üzerine vaktiyle didem'in bu tür davranışlarından ötürü kendisine baltalı ilah demesinden bahsetti. gülüştük, güzelce sergimizi gezdik, miro'nun ismiyle söz esprileri yaptık durduk. dışarı çıkarken antalya bölgesi ağır metal denetleme şubesi üst düzey yöneticilerinden barış erdoğan'ın kardeşi ulaş'la karşılaştım, sergiyi gezmeye yasemin miro ile gelmişti.. hey gidinin moğuk moğuk moğukları, kendini bana veğ!


31 Temmuz 2013 Çarşamba

kah düggün kah diggin part 6: hardcore will never die but you will!! @concerto amsterdam

yok yok mogwai albümünden bahsetmiyore.. ben kaybolup gidicem diye 7"lere bakmaya tırsarken burcu flexilerle filan geldi. vaktiyle hardcore namına punk adına sattığı başka ellere kulaklara ulaştırdığı plaklarlan karşılaşmış, şimdi keser döner sap döner gün gelir hesap döner misali kar marjlarıyla karşımızdalar. bu punk işi acayip, 3 kuruş eroininden artır, 5 kuruşa komşunun televizyonunu çal, 2 kuruş da cepçilikten çıktı mı gir stüdyoya, yap kaydını, sat 1 kuruşa, dağıt hayır karşılığı, bakkala ver sigara al filan derken oh 3-5-10 sene sonra dünyanın en pahalı plağı olsun onlar. panka da bi faydası olmaz, haberi bile yok belki 100 yuro belki 1000 yuroya koleksiyoncu buluyo senin plak hanıııım!
bizimkiler 5er yurodan; el emeği göz nuru kapakları, aşırı hücum aşırı demo kayıtlarıyla kanlı canlı full power ver yandan yandan. active minds [ki memleket scarborough, aceba simon & garfunkel'ın scarborough fair'i burda mı kuruluyordu]tan single sided 33 devirlik bir flexi: the lunatics have taken over the asylum.. üzerinde "pay no more than 1.75 pound yazan bir ep: recipe for disaster.. umbrella tribe diye bir başka grubun b yüzüne çöktüğü [yerden tasarruf] bir başka 33rpm 7": violence for peace? ve de 3 ingiliz polisinin şimdiler için cılız gözüken şiddeti gösterdikleri kapağıyla discord'un aynı isimli single'ı.

kah düggün kah diggin part 5: seni görmem imkansız, imkansız imkaaaansız, reissuelar olmasa @ concerto amsterdam

gönül ister ki gönlündeki albümün gönlündeki baskısı dönsün pikabında... ama her zaman öyle olmiy, ilk baskılardan ararsın kondüsyonu iyi değildir, fiyatı fahiştir, ortalarda yoktur vs. güzel odyofil master istersin numaralıdır, biter, sana gene çılgın rakamlar kalır. ha bir de cep dostu reissuelar var. bunların kimi yatakta sevgilisine basılmış gibi, adrenalini yüksek ne olacağı belirsiz; bazısı şaşırtıcı derecede iyi, kimisi de tatminkar oleyyo işte. nitekim konçerto abimizde güzel reissuelar da yakaladık..
horace silver quintet: six pieces of silver
horıs abiyle londralı becerikli dj kardeşlerim 4 hero'nun bir mix cdsiyle tanışmıştım. deform muzik atlas pasajındaki küçük dükkandayken başlarda daha çok cd alışverişi yapıyordum. işte bu cdlerden biri de life:styles (compiled by 4 hero) başlıklı albümdü. bu tanışma aynı zamanda andy bey'in nefis sesiyle tanışmama da vesile olmuştu. won't you open up your senses. ben de bunun üzerine senselerimi açtım, horace silver klasiği song for my father'ı, acayip kafalı andy bey albümü experience and judgement'ı, ve yine open up your senses'ın esasen yeraldığı silver quintet 3lemesi the united states of mind'ın phase 1 ve phase 2 ve phase 3'ünü ders olarak aldım. saykedelinin enstrümancılığın şarkıcılığın ve uzayın içinde yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim.
6 pieces of silver ise geçen kış denk geldiğim ve bol bol dinlediğimiz bir albümdü. lale plak'a sormuş, onlara bu sıra reissue gelmediğini öğrenmiştim. amsterdama gelmeden önce alanya okurcalardaki okan ve murat'ın nefis tesislerinde nefis bir hafta geçirmiştik, blue note'un music matters deyu birilerinin dağıttığı 45rpm odyofil ve numerolu jazz reissuelarına abone olmuşlar, rafları doldurmuşlar, amma bu albümün yayınından sonra abone oldukları için onlara gelmemiş. seri de baya tuzlu seri, bu baskı discogsta şu sıralar 50 euroya yakın bir fiyattan gidiyor. işte böyleyken böyleyse ben o 12 euroya satılan 6 pieces of silver'ı almayacaktım da ne yapacaktım?

milt jackson & john coltrane: bags & trane çeşit çeşit yeniden baskısı olan nefis albümün rhino tarafından basılıp akrep müzik tarafından dağıtılan 14 yuroluğu.. çocukken rengarenk bir zaylofonum olduğu için mi zamanla vibrafonu da sevip sonra da mulatu ve milt jackson'a hasta oldum? yoksa tvdeki tina turner konserindeki saksofoncu mu bana coltrane sevdirdi sonradan, yok yok, o konserden sonra esnaf sarayının en üst katındaki müzik dükkanına gidip vitrindeki saksofona bakmış, parlak pirinç yerine kirli bakırımsı aletten bir de kötü sesler çıkınca soğumuştum; coltrane gizli bahçede koltuğa çöktüğünde blue train fotoğrafıyla geldi. albümün kapak fotoğrafı da içini anlatır gibi, her ne kadar bags ve trane dese de, gözlerini yummuş bir milt jackson'ı dikkatle izlerken sırasını bekliyor coltrane sanki.. sırası geldiğinde de öttürmesine alışkınız tabii..

curtis mayfield: roots. bu da bir süredir hep el altında göz önünde olan ilk dönem mayfield reissuelarından biri. orijinaline de rastlandığı için ondan alırım diyordum amma yine birkaç hafta önce okurcalar blues ve jazz istasyonunda dinlediğim ve sesinden baskısından memnun kaldığım için alıverdim. bu da rhino/spectrum işbirliğiyle basılmış ve dağıtılıyor. kapağında curtis abim albümün isminin altını çizmek için bir ağcın köklerini tutuyor, parmağında da sargı bezinden alegorisini çözemediğim bir yüzük var, aslan abim benim.

scientist: in the kingdom of dub. dub/reggae reissueları da pıtır pıtır pörtlemekte. aslında gönlümde başka scientist albümleri olsa da onların yeniden basımları yapılmadı henüz. mühim plaklar şirketinin özenle bastığı albümü de hiçbir fikrim olmadan almıştım ama son zamanlarda bulaştığı kimi dubstep işler dışında yanlışı olmaz scientist abimin, gözün kapalı gir laboratuvarına. kapaktaki şimşekler de bi yandan iştahı artırıyordu, eve gelip taktığımızda hiç pişman olmadım. bebekte dub keyfi.

kah düggün kah diggin part 4 concerto, yeni plaklar @ amsterdam

vergisi yok, shipping'i yok, oh ne ala.. aslında plakları karıştırken bir yandan aklım hep sıfır plak alacaksam berlinde alayım, hhv.de'nin store'undan ucuza getireyim diye çalışmakta... misal lady'nin aynı isimli ilk albümü hhvde 16.95 ise concertoda 20 euro. 3ler 5ler birikince sana 3er 5er fazladan plak getirisi oluyor ama insan da duramıyor işte, duramadım nitekim. hem bağımsız tükkanlara da destek olmak lazım di mi?
canımız ciğerimiz, ruhumuz gerçeğimiz truth and soul records'un bastığı ne varsa stampamı basarım. truth and soul'un sinematik orkestrası el michels affair'in kara musa isaac hayes'e yaptıkları adadıkları nefis ep walk on by'ı es geçemezdim. truth and soul'un en son bastığı albümlerinden olan lady:lady de alınacaklar listesinin başındaydı. lee fields'in berisinde yaptıkları nefis vokalleriyle tanıştığım nicole wray ve terri walker yavruları tesadüf ki yakınlarda hollandada, groningen yakınlarındaki bir kilisede lee fields'la still hangin' on'u akustik olarak seslendirmişlerdi. çıktığı gibi evde ağır rotasyona giren albüm artıkın plastikman soul rafında. [ne yazık ki terri ablam lady'i bıraktı, oysa konsere bekliyorduk birlikte]
lady nicole ablam black keys'in hiphopçılarla ortaklık yaptığı procesi Blackroc'ta 1 değil 2 değil 3 değil tam 4 eserde şarkılarını söylemiş, vokallerini yapmıştı. kara anahtarlar memnun kalmışlar ki sonraki albümleri brothers'ta da vokallere nicole wray'i çağırmışlardı. ama benim black keys'im az daha geride. [el caminoyla uluslararası patladılar, her yerde plağını cdsini görür duyar oldum, ki güzel de şarkılar, gazlı filan ama evde dinleyemedim, çalarım dedim dışarda çalarken de bi havasına giremedim, kirli değil diye herhalde..] açık radyo konnekşınıyla 2003 thickfreakness, 2004 rubber factory ve 2006 magic potion albümleri bundle olarak gelmişti. çiğ soundlarına bayılmıştım. white stripes da şahaneydi ama bu oğlanlarınkisi daha bir çiğ, halleri daha bir normal, ben burdayım diye bağırmıyorlar da bağırışlarından orda olduklarını anlıyorsun gibi. vadevır, magic potion dinlediklerim arasında en bayıldığım, çaldığım dinlediğim sıkılmadığım albümleri. dükkanda gördüğüm şüpheye düşmeden ayırıverdim kenara helecanla. kendisi repressmiş bu arada.



ben bunnarlan uğraşırken sevgilim geldi yanıma elinde bir albümle, bir yanında ibranice yazılar, bir yanında molotof kokteyl tarifi.. godspeed you black emperor!: slow riot for new zero kanada EP. abiler 9 kişi olduklarından grubunda albümün de ismini uzun koymuşlar. belki de enstrümental müzik yaptıklarından şarkı sözü yazma ihtiyaçlarını bu şekilde gideriyorlar. daha evvel bir gybe! albümünü internetten dinlerken biraz dalga geçmiştim, baba parasıyla müzik yapan kanadalı dertsizler nasıl oluyor da böyle müzik yapıyor, ben de 20 dakka aynı şeyi çalsam hipnotik olur filan gibi de burcuyla papaz olmuştuk sonra darılıp içeri kaçmıştı. bu yüzden hiç dalga geçmedim. iki şarkı var iki yüzde, biri 45 biri 33 devirde... [istanbula döndüğümüzde 33devirlik tarafı 45te dinlemiştik daha güzel olmuştu aslında ama neyse... yok yok şaka, güzel şarkılar.] sonra da yarim dedi ki şurdaki indirimli kool keith plağını gördün mü, görmüştüm aslında da bilememiştim alsam mı diye. kool keith featuring kutmasta kurt: diesel truckers albümünden bol bol çalmıştım bu yaka! programımda. kool keith'in dr octagon olsun dr dooom olsun zaten hastasıyım, van of may feyvırıt reppırs of ol taym diyebilirim. kutmasta kurt de yine o dönemde hayatıma girmiş, son zamanlarda da feysbuk vesilesiyle ne yapar ne eder ilgilenir olmuştum. [hatta işleri pek iyi değil galiba diye üzülüyordum ama kendim işsizim, adam it gibi beat yapıyo, kime üzülüyosun ki, al yeni yaptığı şarkıya bak Spaz: Dr OctoTron] aklım hep dr. octagon'da olduğu için de kamyoncu krosu albümlerini almasam mı diyordum amma fiyat etkeni ve kool sevgisi koy la sepete diyiverdu.


kah düggün kah diggin part 3: bitmeyen senfoni değil concerto @ amsterdam

bir değil iki değil üç dört değil beş dükkan yan yana.. amsterdamdaki sondan bir önceki tam günümüzde dedik ki sabah 10da açılmasıyla concerto'ya bakarız, sonra da öğlen olunca rijks müzesine gider biraz da orda kayboluruz. ama bu concerto da müzeden geri kalır boyutta değil, müzeyi ertesi güne atıp, sıkı kahvaltımızı yapıp, açılmasıyla daldık dükkana. karşına aldığında sağdaki ilk dükkan olan klasik bölümünden girdik ortama, bütün dükkanlar içeriden birleşiyor. burcu kafeteryanın altında yer alan klasiklere dalarken ben de cdlerin filmlerin rock pop karışık yenigelenlerin arasından heyecanla geçerek dükkanın mağmasına ulaştım. etrafa bakınırken bir iki plağı elliyordum ki yenigelenlere bir yenisi eklendi: kakanın son albümü aniden gelmişti. başta çağrıyı dikkate almamaya çalıştım, etrafa gergin bakışlar atıp yalandan plakları ellemeye devam ettim. olacak gibi değildi, dükkanda geçireceğim uzun zamanı düşünerek ani bir geri dönüşle ikinci dükkanın asma katındaki tuvaleti öğrenip daldım. duke abinin kapısını tıklatmadan zorladım, kilitliydi. eroyin terleyen bopçular gibi bir iki dolandım içeride, olacak gibi değil, the tender, the moving, the swinging aretha franklin'den özür dileyerek dames'a daldım. tekrar plak bakmaya döndüğümde kuş kadar hafiftim.



kakalardan kurtulunca ikinci el soul-funk bölümünden başladım kurcalamaya. daha birkaç hafta öncesinde, tatil yollarına koyulma arifesinde al green'in green is blues albümünü tekrar dinlemiştim. herhalde çoğunluk gibi ben de al green'i ilk let's stay together'la duymuşumdur. memlekette uzun aradan sonra tekrar sıfır plak dağıtılıp satılmaya başlandığında [2003-2004 olmalı] taze taze i can't stop ve everything's ok'i satın alıvermiştim. [bu iki albüm iki sene arayla aynı firmadan, hele de blue note'dan çıkmasına rağmen birincisinin nefis funky bir kapağı varken ikincisinde ise senenin patatesi yarışmasını kazanmış gibi duruyor al abi. değil alım balım peteğim, everything's ok değil, bu kapak kapak değil. neyse.. aynı olay green is blues'da da gerçekleşmiş. albümün ilk baskısında 69 senesine has nefis saykedelik bir tasarım, aside bandırılmış fontlar ve şeytanla anlaşma yapmış birinin güveniyle, hatta ötesi şeytanın kendisiymişçesine bakan bir al green varken 3 sene sonra popular demand üzerine yapıldığı belirtilen reissue'sunda sanki konser albümüymüş gibi al abimin sahne halinden hiç de matah olmayan bir foto yer almakta. [al abimin bu kapak sıkıntısı ilk plağında da olmuş, bu ilk ve esas kapak atlantiği geçip birleşik krallığa vardığında böyle bir şekil almış. sonradan columbia bünyesindeki bell promosunu nefis bir kapakla bastırmış. aynı bell almanya reissue'su için şunu uygun görürken yine rahat edemeyip sonraki bir uk reissue için de bunu düşünmüş] vadevır, benim bu albümle ve öve öve bitiremediğim kapağıyla tanışmam da 40. anniversary edition cdsi sayesinde olmuştu. küçük vagator'da, raşitik kız kardeşlerden kiralanmış odada neşeyle oynarken mp3 çaların ekranında karşıma çıkmıştı küçük jpeg. ama bunun plağını alayım desen ebayde 75 dolar, o da bi tane. o bakımdan ben de al green is blues'un reissued by popular demand stickerlı konser patatesini almak durumunda kaldım. şimdi aklıma geliyor da aceba o albüm kapağı çok şeytani, afroamerikalı brothers ve sisterlarımız albümü blue eyed soul ya da mc5 plağı sanar diye mi deniştirdiler.. neyse, yine alım yeşilim abimin 71 tarihli bi sonraki albümü al green get next to you'nun reissuesunu ortalarda görüyordum da denk getirip albümü hiç dinlememiştim, şunu bir indireyim dedim ki aman aman ne şahane, zati i'm a ram sık sık çaldığım, tired of being lonely de sık sık dinlediğim şarkılar, ruhu bol, beati hipnotik bir light my fire.. gerçi green is blues'da da olan my girl, the letter, get back ve one woman bu albümde de olsa da türkiyedeki reissue'ya tav olmuştum burda tertemiz uk ilk baskısıyla karşılaşmayayın mı.. sağ olsunlar görkemli alışverişimizin hediyesi olarak bu da bizden olsun diye verdiler plağı. indirim konusunda gözü tok avrupalı satıcının.


concertoda diğer ikinci eller arasında amman kaçırmayayım dediğim bir şeye denk gelemedim, tabii ki koca dükkanda bir sürü şey vardı ama fiyatlar beni al deyu bağırmıyordu. kelepir katına ise hiç vaktim olmadı, kimbilir neler çıkardı ordaki binlerce plak arasından. yukarda alıydı yeşiliydi moruydu kapaklardan bahsedip durdum, ken boothe: let's get it on avcı oldu vurdu beni. ken boothe abim her türlü harbici jamaikalı, skasından rocksteady'sine, misal artibellası, set me free'si, ayrı ayrı kafalarda soundlarda tarzlarda amma ken abim ister kendi bestesi olsun ister yorumu hepsinde ruhuyla okuyor. abimizi jamaika meşhurundan dünya meşhuruna döndüren everything i own dönen başımı daha da bir döndürmüş, o dönemler sadece hip hop çaldığım radyo programımda gönül sarhoşluğuyla şarkıyı çalmış, utanmadan bir de mikrofonda eşlik etmiş, hatta bunları da müsebbibi kişiye dinletmiştim. 3 trojan albümünden biri everything i own kolekşında vardı. şimdi karayım diye di mi diye haykırdığı bu albümde geçti elimize. teşekkürler konçerto müziku. darısı başına black, gold & green

30 Temmuz 2013 Salı

kah düggün kah diggin part 2: rush hour @ amsterdam

aşağıdaki part 1de bahsi geçen wax well recordstan çıkmış, rush hour'a yönelmiştik. rush hour aslında bir elektronik müzik label'ı. ben de bastıkları müziklerden hiç haberdar değilim açıkçası. ama yine amsterdamlı sağlam bir kişi olan KC the Funkaholic abimizin plak şirketi kindred spirits'i kurmasına destek oluyorlar. belki de ortaklar bir şey... kindred spirits da amsterdamlı genç kardeşlerimiz jungle by night'ın, jj doom'un jj'i jnerio jarrel'in, beyaz etiyopyalılar woima collective'in evi. neyse daldık dükkana, baya nefis elektronik müzikler çalmakta dükkanın ve de deklerin başındaki younger abi. bu da demek oluyor ki rush hour'un elektronik müziklerini bırkalamak kurcalamak gerek. ama biz saat yine 18.00'e yaklaştığı için organik müzikleri karıştırmaya başladık. zaten rush hour'un mail listesinde olduğum için 2. el müziklerin biraz kazık olduğunu biliyordum. organikçe müziklerden bolca güney amerika ve de disco müzikler geliyor aslında. olan funkları afroları karıştırdık hızlı hızlı hızlı. merak edilen müzikleri dinlemeye vakit olmadığından zaten çıktığı günden beri listemde olan, rahmetli j dilla ile üretim arsızı madlib'in müthiş albümü jaylib: champion sound'u aldık. aslında niyetim bu tür reissue'leri berlin'e gidince hhv.de'den almaktı ama stokta olmaz şu olur bu olur 1.5 euro ucuzluk için kasmayayım dedim. j dilla'nın donuts'ı, madlib ve mf doom'un madvillainy'i ve de jaylib hip hop kafasını plakla yararak açan albümler. kronoloji olarak oldschool derken electro derken golden age ve gangsta, sonrasında düşüş, boktan r&b soslu rap-hiphop piyasayı ele geçirirken alın lan müzik böyle yapılacak bundan belli diyen albümlerden üç büyükleri olabilir. dj shadow 4.büyük olabilir. rjd2 tek büyük hip hop diyebilir. bu böyle gidebilir. neyse bunca sene önce sandığımdan sonra raflarımızdan eksik olan şampiyon sesler artık bir iğne kadar yakındı..



adını her bağlantıda zikrettiğim gençler jungle by night ise geçenlerde ölümcül bir kaza geçiren ve ucuz kurtulan çılgın insan gaslamp killer'la bir olmuş, brass sabbath ismiyle record store day 2013'a özel bir 7" yapmışlardı. a yanına black sabbath'ın nükleer felaketi electric funeral'in afro-psycho halini, b yanına da selda'nın "zamanı geldi"sini yüksek basınçla high times adıyla katmışlardı. bu single'ı ozandan istemiştik, gelmemişti. az evvel de wax well'deyken sormuştuk, adam kendime ayırdığım kopya var demişti. rush hour'da da azalmış, yetişen alıyo. yetiştik aldık. şu var mı bu şöyle mi filan deyu sohbet açmak isterken dükkancının derdi dükkanını kapatmaktı, plak bakanları kovar gibi 5 dakikaya kapatıyorum, sonra ha hu yapmayın filan diye almost bir azar çekti. biz plakları alırken burcunun bez rush hour çantalarını kast edip gülerek bunlara koymuyor musunuz plakları hareketini de buz gibi bir onlar beş euro ile geçiştirdi. bu avropalı plak dükkanları indirim yaptıkları zaman pek görkemli davranmıyorlar. bu abi de bize 1.49 luk bir indirim yaptı. iki plak aldınız daha ne indirseydim, donumu mu indirseydim dedi. yok yok demedi.

kah düggün kah diggin part 1: wax well records @ amsterdam

burcuyla düğündü dernekti uğraşmayalım deyu imzaları atmaya berlin'e gidelim demiştik [bunun evveliyatı beş ciltlik dev eser, yayın yeri de bu blog değil]. almanlar vize verirken dert çıkarmasın diye de vizeyi hollandaya almıştık. vardığımız gün bir ütopyanın heyziyle kaybola kaybola dolanırken karşımıza record friend adlı dükkan çıktı. plak fiyatları beklediğimin üzerindeydi, gerçi kah amsterdamda, kah sonrasında dama göre daha uygun olsa da berlin'de fiyatlar yüksek. euronun çılgın yükselişinin de bunda etkisi var, insanların tekrardan plak almaya başlamasının da... yine de örneğin istanbulda 30-35-40 liralara alıcı bulmaya doymayan dire straits albümlerini 5 euro cratelerinden almak mümkün... neyse bu record friend hayli büyük bir dükkan ve geniş bir indirimli & friendly price bölümü vardı. ama bu neymiş şu neymiş diye bakarken saat 18.00 oluyordu ve bu nederlander abiler mesai saati bitti mi direk kovalıyorlar dükkandan. çıktık ve sonra da oraya bi daha gidemedik. ertesi gün twitterdan yazıştığım jungle by night'ın tavsiyesiyle wax well records'a gittik ve dükkandan şunlarla çıktık.

insan sage francis, joe beats, mf doom, slug ve brother ali isimlerini yan yana görünce heyecanlanıyor, sanki bir metal grubuymuş gibi yazılmış adını okumaya çalışırken de iyice meraklanıyor. neyse lex records'un non prophets: damage single'ıymış. kulaklığı takıp plağı döndürdüğüm anda zamanda bir zıplama oldu. bu yaka! radyo programına başladığım ilk dönemlerde açık radyoda internet başında sabahlar, underground hip hop deryasında dolanırdım ki sage - slug ve ali kardeşim de bu dönemde tanıştığım isimler. yıllar sonra amsterdama gitmişim, iğneyi vermişim plastiğe, ilk gelen sound böyle olunca hemen koydum peygamber olmayan abileri kenara...

bir tarafta eyfeli, şanzelizesi, kafeleri, romantizmiyle bir paris, beri yanda kızgın bir kara panter olan paris... vaktiyle hayli geniş bir koleksiyonu olan megavizyondan aldığım double bir tommy boy toplama cdsinde [biri hacıladı onu bulamıyorum] dinlemiştim ilk... paris: break the grip of shame şahane bir şarkı, çok çaldım, yine de çalarım, amma mevzubahis cdyi rip ederken bir yerinde atlama olmuş, cd de gidince hep atlamalı çalardım. artık 12"single'ı var ya, patlamalı çalarım. [ah bi de akapellası olaymış]


son zamanlardaki favori plak şirketim favorite records'un en şahane isimlerinden real fake mc'nin albümünü almak farz olmuştu ama farzı kazaya bırakmıştım. mp3çalarda ağır rotasyondaki 80 stil makaralı diskomatik hip hop tarzı albüm değil de 3 sene önce çıkmış hunt your sunshine single'ı çıktı karşımıza. aradaki bu üç sene favori plakçılığın ya da real fake mc'nin çulsuzluğundan mı kaynaklandı, yoksa aşırı ince eleyip, çok sık dokumalarından mı. prodüksiyon nefis, kayıt sözler nefis, ama şu real fake mc kardeşimi tanıyan yok amk. albümünü de, ilk single'ını da alıcam real fake, küçük evinde çok mutlu görünüyosun ama dilersen seni de alırız eve real fake..



kaset ya da cdye göre 12" plak olayının bir güzelliği de albüm kapağının dana gibi olması, içinde üstünde bir sürü başka resimlerin fotoların oyuncakların yazıların olması, tak plağı, o dönerken sen de dal git kapağa... tabi elinde kapak varsa. mesela ben real fake dinleyip dans ederken burcunun bulduğu yesterdays new quintet: stevie albümü... ynq demek madlib demek, davul çalarken otis olmuş abin, vibrafon çalarken ahmad, her şeyi kendi çalıp çaldıklarını numunesini çıkardığı jazz-hop procesiyle stevie wonder şarkılarını coverlıyor. coverlıyo ama kendi coverı yok albümün. artık wax well mi hacıladı, ona mı öyle geldi, biri albümü beğenmedi ama kapağını duvara mı astı, asılır çünkü öyle güzel kapak, bizde olsa asmazdık ama, hem kapaksız daha hesaplı geldi albüm bize adlı fakirtesellisi.kom.
bir diğer kapaksız da ebony rhythm band: soul heart transplant / drugs ain't cool 12"i. ekstradan bir enstrümantal var diye burjuvatesellisi.net işine gireyim desem de aslında fiyatı ucuz görende daha birkaç ay önce 7"ini aldığını unutan kırmızı bir cünort bolark oluyor soluğum. generic plak kapakları misali sana karşı soluğum.




cure'un re-issue yapılmamış orijinallerini topluyoruiz (ah wish eksik ama ender ve çok pahalluiz) ve the walk ep'si elimizde yok idi. gerçi sonradan berlinde daha ucuza birkaç kez çıktı karşımıza ama bulmuşken aldık. kondisyonu pekiyi zaten içeriği de aklını başından alır yerine uçmaktan çok yürümeyi seven bir kuş bırakır. sonrası robert'ın dediği gibi: "öptüm seni suda ve şarkılar söylettim kurumuş dudaklarına.. bir japon bebeğine benziyordun, her şeyi hatırladım bir anda!"

12 Mayıs 2013 Pazar

anneler bombalar şampiyonlar ve plaklar..

hatay reyhanlıda bombaların patlayıp annelerin çocukların öldüğü günün devrisi bir anneler gününde uyanmış duygu ve sevgi seli bir kahvaltı ve chillin bir gündüzün ardından gelen öğle sonunda fb-gs maçını izlemek üzere kadıköye, küçük cenk ve deniz [isimleri cenk ve deniz olan iki çift arkadaşımız wor]e yollanmıştık. ıslama köfteleri çakıp biraz da çizgi roman baktıktan sonra gittigidiyordaki sayfalarında yaptığım derin kazılar sonucunda göz koyduğumuz plaklardan bazılarını sorup alıvermeye zihniye girmiştik lakin tırnağım bana, içerideki basık sorulara yanıtsız hava da burcuya batmış olmalı ki tartışarak dışarı çıktık ben dedim bilgeyi alayım gideyim önden sen gönlünce gez. bir butikin önünde bunda mutabık kılıp ayrıldık. burcu tekstil dünyasının yanı sıra yine zihniye uğramış, gittigidiyor plaklarının başka bir depoda tutulduğunu öğrenip 5 liralık ucuz plak reyonuna dadanmış...

benjamin britten: four sea interludes and passacaglia from "peter grimes" & young person's guide to the orchestra
k.ö. [kuudan önce] çok sesli müzik cahili olan ben, benjamin britten adını da müziğini wes anderson'ın moonrise kingdom filmini sinemada izlerken duymuştum. nefis filmin ardından evde britten flacları indirmiş, sami abimizden de bir hank williams toplaması almıştım. [hatta hank williams'ın toplamasını almadan önce discogsta ilk defa albüm sahibi insanlarla yazıştım ve de albüm üzerine söyleştim, pek güzel bir aktivite, tavsiye ediyore] gittigidiyor listemizdeki britten olmayınca onun yerine denk geldiği bi deneyi almış. nefis kapağı olan, kondüsyonu da hayli boktan olan 50lerin sonundan arka kapağı bolca informasyonlu bir decca baskısı, amma kapağı LXT 2886 ingiltere, içi LK 40238 almanya... çıtırtıdan kütürtüden bazı sessiz anları çilelu. ama esas mevzu plak dedektifliği yaparken ki eğlencem oldu, kapağın üzerinde ince, silik tarihi ve imzayı güçlükle okudum, okuyamadığım yerleri tamamladım. 20 ya da 30.III.1959 tarihi bu plağın sahibinin türkiyeli olduğunu düşündürttü. tarihte ay hanesini ikinci sıraya bizler koyuyoruz sadece. [aslında hani türkiyeden aldığın plağın sahibinin türkiyeden olması da olası da zihni abin dört yandan getiriyor plakları.. bazen gözümün önüne gecenin bir vakti birleşik devletlerden gelen bir gemiden binlerce plağı indiren afrikalılar ve onları denetlerken tekinsiz kaptana para veren zihni geliyor.] bir de italik isim var, o da güçlükle okunduğunda S. Ülgener gibi geldi. bu da olsa olsa hitlerden kaçıp memlekete sığınan iktisatçımız sabri ülgenerdir dedim. vikipedyaya bakın, hakkında bilgi mevcut.



jorma kaukonen: jorma
sevgilim, hippi cüneytim cefırsın eyırpileyne bayılır, şunun gitarcısının solo albümü alayım demiş sağ olsun. bu da hayli yıpranmış, kapağı yırtık pırtık olmasa da baya bi kirlenmiş, içi ise çizikli ama zıplamasız bir halde. çok ahım şahım olmayan bir folk/blues albümü. ikinci yüzü biraz daha güzel geldi dinlerken, o kafaya girdim diye herhalde. 1979 yılının albümü ama seneyle hiç alakası yok. jorma abimiz kendimi yormayayım dememiş, tersine kimseden yardım almadan kendi kendine üst üste kaydederek yapmış albümü... albüm sürprizsiz bir şekilde, iyisiyle kötüsüyle akıyor gidiyor, tam bitiyorken da-ga da-ga diye acayip bir şarkı başlıyor. bu şarkı da meğer her türlü müzikle ve tuhaflıkla uğraşmış olan m.a. numminen diye jorma abimizin baba tarafından memleketlisi finli bir avangard insana aitmiş. ondan da pek gözel bir sempıllar alınır diye düşünüyore.




çeşitli zanartçılar: your arms too short to box with god
bir de böyle bir şey... vinnette carrol diye bir siyahi ablamız ki kendisi broadwayde oyun yöneten ilk siyahi insan imiş. çeşitli oyunlar yazar yönetirmiş. jesus christ superstar olsun, godspell olsun isalı misalı müzikaller alıp yürüyünce o da siyahlı gospelli bir oyun yazmış yönetmiş, bu da onun müziklerinin original cast kaydı. güzel sesli abiler ablalar ama daha albümü adam gibi dinleyemedum, şöyle bir üzerinden geçtim, harbici yerlerine de denk geldim ama biraz genel kulağa hitap eder gibi, sanki 1977 senesinde olmasaymış daha damardan olurmuş gibi... amma burası coşkulu misal.. baya bir rapçi her şeyi soğurduğu gibi tabi müzikali de başıboş bırakmamış, eminemi nası black starı gzası sırf isim şarkısından beslenenlerden pikaçu, tonlarca ıskarta plak içinde sizi seçmiş pikaçuuuu!

9 Mayıs 2013 Perşembe

yine burda olur muydun, şu tırnağım batmayaydu..

herbie hancock: fat albert rotunda
ben de muhtemelen yaşıtlarımın çoğu gibi herbie hancock'u tarık akan, ahu tuğba, nuri alço ve tecavüzcü coşkun'un yıldızlaştığı kayıp kızlar filmiyle tanıdım herhalde... diskoya baskın sahnesinde herbie hancock ve grandmaster dst'nin electro harikası rockit çalardı. tabii televizyona da bol bol klibi ve canlı versiyonu çıkardı, uzaylı kostümleri, robotik dansları, tuhaf mekanik modelleriyle başka bir dünyadan ve zamandan kopup gelmiş gibiydi ama en acayip kısmı da grandmaster'ın fıtı fıtı fıtı fıtı baby scratchleri olmalı. scratch filminde de mixmaster mike anlatıyor, malcolm mclaren buffalo gals şarkısında, zıgı zıgı, all that scratchin makin me itch, zıgı zıgı bu zıgı zıgı sesi nerden geliyor diyormuş, televizyonu açtış, dst'yi herbie ile beraber canlı scratch atarken görmüş ve ben de bunu yapacağım demiş mesela.



benim zıgı zıgıyla uğraşmaya başlamam da herbie'nin başka işleriyle tanışmam da çok daha sonraları oldu. headhunters funk müziğin kilometre taşlarından olsa da herbie'nin 70ler işleri bana bir türlü tam geçmedi. bir gün babylon lounge'ta yapılan plak pazarlarından birinde zoltan records'un zoltan'ı emekcan yine headhunters ile aynı yılda çıkan sextant'ı çok sayko bir albüm diyerek sattı ama i'm not there, öyle duruyor, dinlemiyorum. amma velakin bu fat albert rotunda'yı sıfır plak satan birkaç mağazada görmüş, sonra da d&r'ın sayfasında rastlamıştım. allmusic'ten öndinleme yaptığımda nefis funk gelmişti kulağıma, easy listening soul-jazz-funk kafasında değil, ama içinde hayli de bop var. öylesine bende olsa listesine koymuşum hepsiburada.com'da... bir tırnak batması belasıyla neredeyse mart başından beri uğraşıyorum, geçer gibi oluyor, yine başlıyor. doktorlar da sandalet giy açık ayakkabı giy demişlerdi. beğendim bir sandalet modeli, baktım en uygun fiyata hepsiburadada. yanına da yağladım herbie abinin plağını. sandaletin temin süresi çok sürecek derken hemen bulundu, plak bir türlü bulunamıyor. bu yüzden de sandalet gelmiyor. sonunda daha bekletmediler sandaleti yolladılar, aldım, beğenmedim, geri göndermeye karar verdim ve gönderdim. birkaç gün sonra sandalet hatrına alınmış herbie'yi çaldım, sonra sagopanın skiti misali, bir daha çaldım, bir daha çaldım. meğersem benim sadık hörbim 60lardaymış.

19 Nisan 2013 Cuma

utrehtten abim gelmiş, deformda bir bayram havasu

junodur leybılın zanatçının kendi sayfasıdır gitti gidiyordur e-baydir dienardan indirimli taksitli alışveriştir filan bunlar hepsi eyvallah istediğin plak gelsin ucuza istediğin kondisyonda gelsin ister vahiyle gelsin hepsine eyvallah. ama şöyle senelerdir müdavimi olduğun plak dükkanı var ya, senin ne sevdiğini bilir, sen onların neler getireceğini bilirsin, hele de record store day'in de arifesi ya, bu deformların bir anlamı olmalı. önceki gün uğramadan önce aradım tayfun'u. gel ama hiçbir plak vermiyoruz yeni gelenlerden talimat var dedi. esas partiyi ozan ve aslı getiriyordu çünkü... neyse bugün de gittim ve sarılmalar kucaklaşmalar ne zamandır da görüşememişiz. dükkanın da en güzel saatleri bu akşamüstü saatleri, kıyıda köşede raf karıştıran turistlerden çok ayrı kafalardan ayrı modellerden başka başka müzikleri dinleyen kimi birbirini tanıyan seven, kimi birbiriyle alakası olmayan müdavimlerin kentin dört tarafından dükkana damladığı akşamüstü saatleri.. hele bir de yeni mallar geldiğinde bunun helecanı ile doluşulduğunda bir bayram havası, çaylar kahveler biralar viskiler sohbetler ve en çok da tozlu parmaklar... keyfim de yerindeydi valla, yeni bir iş var, başlayacağı kesin gibi görünmekte, hatta yayın tarihinden filan bahsedilmekte. ama yine de hiçbir şey belli olmaz entırteynment dünyasında, alış verişlerde tikkatli olmak gerek.

ilk gözüme çarpanlardan biri kendi karıştırdıklarım arasında değil de o gün orada tanıştığımız, adını unuttuğum tatlı ve yine şahsına münhasır bir insan olduğunu belli eden kadının karıştırdığı sıradakilerden oldu. Air: Virgin Suicides. daha geçen yazıda yazmıştım, doğumgünü için zaten elimde olan plaklardan air'in moon safari'sini getirmişti zeynep ve mehmet. ozan'a dedim ki böyleyken böyle, istersen ay seferiyle takas edelim bakire intiharlarını. ona daha gelecekmiş zati, hem de ay seferi daha geniş kütlelere hitap eden bir albüm. bu müthiş takasa çok sevineceğini bildiğim sevgili sevgilim playground love'ın klibini hatırlatmak istedi bana, unutmuşum sakızlı klibi, yutupdan klibine bakarken plaktan müziğini dinliyorduk. analog vs digital değil de ikisi bu kez birlikte!

geçen senenin epey beğendiğim ve pek çok dinlediğim albümlerinden, avustralya'nın çıkardığı birbirinden gözel soul-funk revivalistlerinden Dojo Cuts featuring Roxie Ray: Take From Me plağını görmek de sürpriz oldu. yepisyeni plak ve de yeni çıkmış çünkü, sanırım çok da fazla satmadı ve sanırım ozan da bunu alırken gizli gizli cüneyt bunu kesin alır deyu düşündü. ben de bunun için de bi takas önerdim. sevgili sevgilim şimdi yerinde d&r'ın olduğu istiklal kitabevi kapanırkenki %50 indirimi duyduğunda koşarak gitmiş ve ordan bazı klasik müzik cdleriyle barış mançonun 2023 reissue'sunu kurtarmıştı. ancak bu dandik olan türküola baskısıydı. yavuz plağın bastığı gatefold orijinal inner'lı baskıyı aldık daha sonra. anlamadığım bir şekilde discogsta dandik olan baskı daha pahalıya gidiyor. her neyse barış manço plaklarına yüzlerce liraların bayılındığı bu dönemde manço dojo cuts takası ona da cazip geldi. gitti dandik 2023 geldi dojo cuts. dojo cuts'ın çalgıcılıkları da bestekarlıkları da pek gözel, hem basit hem gelenekçi ama he em de orijinal detaylar bulu bulu veriyorlar. hele de bazı düzenlemelerini hipapçılar sample alsın diye yapıyorlar sanki, boşta duran bas, gitar, davul partisyonları var şarkıların içinde hep. roxie ray ablamın dış güzelliği mi sesine yansımış yoksa sesi güzel diye mi böyle güzel olmuş tavuk yumurta çelişkisini doğuruyorsa da çelişmeyen tek nokta kendisinden daha seksli ve daha sesli olan beyonce'dan daha iyi okuyor i'd rather go blind'ı. etta'nın eline su dökmekse kimsenin haddi değildir.
böyle plak partileri geldiğinde ortak sevdiklerimi ve benim sevdiklerim dışında bir de burcunun kendine has sevdiği punk/hardcore sahnesinin punk'ın öldüğüne inanan tarafındaki zanatçılardan ve toplamalardan da bakarım amma bu kez bir şey bulamadım. zaten fuar da satmak üzere alanlar için biraz pahalılanmış bu yüzden de bir sürü şeyi esgeçmişler. sevgilime punk alamıyorsam rock and roll alırım dedim ve stray cats'in ağababası diyebileceğimiz Gene Vincent and His Blue Caps: Bluejean Bop albümünü kapızladım. gene abim ve mavi kepli arkadaşlarının ilk albümünde reverbin, rockabillynin hası var. 76dan tertemiz bir fransız reissue'su. yenmez tadından. abdülaziz arkadaşım abimin istanbulda olduğu ve doğumgününü rakı balıkla kutladığımız 23 şubat 2013 gecesinde şöyle güzel rock and roll var mı dediğinde stray cats koymuştum. şimdi kendi hindistanda bambaşka bir rock and roll dünyasında. eğer ki döndükten sonra bollywood funk'tan sonra rock and roll çekerse canı katarım bluejean bop'ı!

fransasından girdik avustralyasından çıktık illa ki birleşik devletlere uğradık. şimdi de ordan in dünyanın en datlu diyarlarından birine, jamaica'ya.. ne idüğü belirsiz ingiliz leybılları utanmazca eski şahane reggae/dub albümlerinin reissue'larını basmakta. geçen fuardan da bir şeyler gelmişti, max romeo almıştım ama ses kalitesinden de kapak basımından da pek memnun kalmamıştım. bu sefer de gelen horace andylere scientistlere zor da olsa direnç gösterdim. biraz daha paraya kıydım ve lee perry abimin kıvrımlı zihni dumanlı ruhu ve becerikli parmaklarından çıkmış The Upsetters: Super Ape plağına atladım. kendisi orijinal, kondüsyonu kral olmasa da prens, torpilli very good plus, içeriği ise evrenin hakimi olan bu plağı koy, sonsuza kadar dönse itiraz eden olmaz o derece iddialıyım. hop oradan da gayet gözel bir reissue olan U-Roy: Version Galore denk geldi. the originator abimizin toastlarını tatlı dilli kaşarlı olarak niteleyebiliriz. nitekim dükkanda dinleme yaparken herkesin yüzüne bir gülümsemeler mutluluklar yayılıverdi. başka plağa bakmak için durdurduğumda air plağını gördüğüm insandan isyan geldi hatta. u-roy 2009daki unite in paradise, türkiyenin ilk reggae festivalinde tanışmıştık. oraya alperlerin canerlerin iboların tuğbaların bornovadaki müthiş şömineli evlerinde ismini koyduğumuz "out of sight in the mind" adlı rave'imizden olanca yavşaklığımız ve türk ceza kanununu hayli unutuşumuzla gelmiştik. daha regi festivali yeni başlamışken yollarda bonglarla gezen olsun, çadırlarda toplu bir şekilde döndüren olsun, ne kadar marihuana içen varsa toplamaya niyetli olduğunu belli eden cenderme bizi tırsıttı, merihuanasız regi mi yoksa regisiz merihuana mı sorusuna b şıkkı diyince önce çıralıya ardından olimposa yollandık adrasandan. birkaç gün sonrasında woodpecker pansiyonda mutfakta gönüllü olarak çalışmaya başlayacak, sonra bara geçip djlik görevine geçecek, hep ve çok seveceği kimi insanlarla tanışıp sanki eski olimposmuşçasına uçan halılı bir dünyada harika günlerhaftalarveaylar geçirecektim. bütün bu olanların üzerinde u-roy'un da etkisi vardı belki?
uroy nefis reggae rocksteady şarkılar üzerine konuşurken aslında başka şeyler söylese de benim kulağım şunu duyuyor sanki:
"terliğin parmakların arasında, cuğara ve kokteylin aynı boyda, meltem delikler açarken sıcakta, öp yarini dudakten ve boyunden"

13 Nisan 2013 Cumartesi

doomgünü plak mednıs..


doğumgünlerinin en gözel tarafı hediyeyse en güzel hediye de plak oluyor tabii ki de.. doğumgününde başka şeyler hediye edenleri ya da eli boş gelenleri önemsemiyor değilim tabii ki ancak bu blogun da ne olduğu belli o yüzden gelen plaklar mevzumuz..

emily doğumgünü pikniğimi ilk şenlendiren kişiydi ve mutlu yıllar diye elindeki paketi uzattığında bunun bir plak olmadığına emindim ama birkaç dakika içinde karşılaştığım manzara yıllardır istediğim özlediğim 7 dene 7" barındıran bir kutucuk olan Now-Again Re:Sounds Vol. 1 kutucuğuydu. ki bundan ondan haberi olmasına imkan yoktu, olsa bile bulabileceği bir yer yoktu, deform plakçılık hariç! ozan ve tayfun flying soul food zeynel bağlantısı ile stones throw ve now again'den daha birkaç gün önce mallar getirmişlerdi ki ben de yine birkaç önce bunlardan almış olduğumu anlatmıştım. emel (ve öztürk) burcu'ya sormuşlar ne alalım diye. burcu da deform'a gidin onlar bilir demiş. deform da haliyle bilmiş. bir de üstüne kendi hediyeleri olan yine now again'den Karl Hector And The Malcouns: J.B. Rip / Popcorn With A Feeling 7"ini yollamışlar. bunlar olunca insan yeniden doğuyor adeta!





pelun hanım sağ olsunlar nefis bir mardin bulguruyla beraber isimlerini pek duyduğum ama müziklerini dinlememiş olduğum Hariçten Gazelciler: II albümünün sanki elle hazırlanmış olan cdsini getirmiş. bütün bir booklet yapmamışlar her şarkı için bir kart açılmış, bir yanına bir resim çizilmiş diğer yanına da sözleri yazılmış. kimi yerleri reggae gibi kimi yerleri 70lerin saykedelikimsi kimi 80 pop-rakları gibi, güzel soundu, fena sayılmaz besteleri olan grubun pek tutmadığım yanı çoğu türk grubunda olduğu gibi vokalleri oldu. bu dumandaki kaan'ın kendini bırakmış, makamlı kendine özgü eroin vokalleri aynı bir dönem cem karaca'nın kendine özgü vokalinde olduğu gibi zarar verdi sanki gençlere. kulaklar bunun çok etkisinde kalıp kendi vokallerini ararken ya bir acayip rrr moduna girdiler ya da öyle bıraktılar ki kendilerini şarkı söylediklerini unuttular. bu hariçten gazelcilerin müziği de vokal olmasa daha çok dinlenirdi benim zevkimde. ama bir yandan da bu ve bu türlü abiler ablalar daha çok konserlerde, programlarda daha çok canlı canlı çalıp söylerken varlar. canlı performansa denk gelip aynı sigara dumanından etkilenen bünye daha çok sempati duyar belki de... ama sigarayı bıraktım.

sonra efendime söyleyeyim pek sevgili suna hanım da yıllardır severek bayılarak dinlememize ve aslında başucumuzda durması gereken bir albüm olmasına rağmen (ne başucu albümleri sevdim ki aslında başucumda yoktular) nasıl olsa her yerde karşımıza çıkıyor illa ki bir gün alırım rahatlığıyla falan filan derken ve işte karşınızda Curtis Mayfield: Superfly! ki zaten suna hanım sayesinde adım attığımız açık radyodan edindiğim Curtis Mayfield & The Impressions Anthology 1961-1977 doplamasıyla körtis abimi enine boyuna tanıma fırsatı bulmuş idim.
çok yaşa sony bak kalp kalbe bir yandan da ne kadar karşıymış: bu doğum günü pikniğinin olduğu sabah A2 yazılı ehliyet sınavına girmiş, devamında da ablacığımın "ne alsam beğenmiyorsun al şu avroları kendine hediye al" diyerek bir önce gece verdiği paraları yimeye yönelmiştim. aklımda da kabalcı kitabevindeki curtis mayfield'ın solo performansına başlamadan önceki grubu impressions'ın this is your country plağı vardu. amma sonra bilader cek ve koca kafa deyvid sevgisi baskın geldi ve kendime ablamdan doğum günü hediyesi olarak Brother Jack McDuff & David Newman: Double Barrelled Soul albümünü aldım. son dönemde biraderin willis jackson'la ve gene ammons'la yaptığı plakları almış evde bol bol döndürmüştük, kulaklar daha da Jack McDuff istiyormuş dimek ki..

neyse kabalcıdan çıkışta benden bir gün önce doğmuş olan çılgın doktor haldun babadoğana da bir metallica backpatch'i aldım ki haldun da bana sette bulduğu biraz ahı gitmiş vahı kalmış olan Bee Gees: Spirits Having Flown plağını getirmiş. sağ olsun, bee gees hayranlığım yoktur pek, staying alive filan eyvallah, words'u onlardan dinlemeyi severim, ama hiç plağı yoktu ki bu plakları 30 milyon satmış dünya çapında. içinde sağlam şarkılar var albümün, düzenlemeler filan her şey okey de bu tenorluk yoruyor kafayı bir müddet sonra. velhasıl kelam tenkselat doktor.

sonra efendim ne zamandır görüşemediğimiz, hele ki evlatlarını hiç görememiş olduğum mehmet ilen zeynep de sağ olsunlar incelik etmişler. yıllaaaar evvel bir doğumgünü yapıyordu mehmet ya da yılbaşı mıydı yoksa. ben de ona vaktiyle pek sevdiğim scissor sisters'ın selftaytıld ilk albümünü almış idüm. zeynep de pek kibarlık yapmış ve bana Air: Moon Safari albümünü almış. amma ne yazık ki bu albümü daha geçenlerde burada da yazdığım üzere yiit almış idi..

air deniştirilecek bir albüm olarak yerini alırken yiit de muhtemelen kontraplak'tan alsam mı diyip bi türlü alamaduğum Gaslamp Killer: Breakthrough albümünü alıvermiş. sürprizi biraz kaçmıştı çünkü burcunun çevirdiği gizli işleri anlamakta dinlemekte üstüme yoktur. emel'in burcu ile telefon konuşmalarından huylanmış ama ne olduğunu çakamamıştım fakat telefonun diğer ucunda yiitin boru sesinin gazlambasından bahsettiğini duyuvermiş hassas kulaklarım. ama esasında hassas olan kişi kendisi ve hatta bütün bu armağanları alan hatta armağan almasa da o gün yanımda olan hatta o gün yanımda olmasa da eşim dostum olan ve hatta eşim dostum olmasa da bu dünyayı bu evreni benimle paylaşan her türlü mahlukat değil midir özellikle de birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde?

2 Mart 2013 Cumartesi

büyükergundan büyükvurgun..

plak dükkanlarından plak almak harika tabii ki... ama insan bazı plaklara gerçekten de 5 para 10 para bilemedin 15 para vermek istiyor. ve bu plakların da çöp pis ya da saçmasapan alınmayacak disko plakları olmasını da istemiyor. gittigidiyor ortamında çok plak sahibi ve sattığı plakların çoğu da tertemiz hatta sıfır olan büyükergun mahlaslı bir abimiz var. yine işimin gücümün başımdan aşkın olduğu bir günde işten kaytarmak için oldukça derin bir kazı yaptım ve büyükergun abimizden arzuladığım rakamları ödeyerek nefis kondüsyonlarda, alıp kenara koymalık değil dinlemelik plaklar çıkardım. listemde bir de tone loc'un i got it goin on single'ı vardı ama kaybolmuş herhalde binlerce plağı arasında... ara ara ekstra indirimler yapan bu abinin malları kazımaya değiyor vella.

wilson pickett: right on
wilson abimin plağı alınanlar arasında en kazuklarından biriydi aslında... üstelik wilson abimin pırıltılı göyneği ve ışıl ışıl fotoğrafı da beni inceden huylandırmıştı, çok mu 70ler tarzı diye ama albüm fena değil allah için, zaten dinlemeden önce keep me hangin on ve hey joe'yu biliyordum ve beni tavlayan coverlardı, sugar sugar da wilson abimin meşhurlarından biri, ama esas güzellik funky way herhalde... velhasıl kelam plak da sıfır olunca, yolla gelsin dedim.



aslında bloğa kimi zaman tembellikten kimi zaman da işten güçten yetişemiyorum ve yazıların çoğunu ileri tarihlerde yazıyorum. bir süre önce blogda gecikerek yaptığım işi radyoda yapsam dedim ve radyobabylondan denizle konuştum. orada tekrar program yapmam fikri onları sevindirdi, beni gaza getirdi, şöyle plak çalacağım ve aynı buradaki gibi çalarken de plak üzerine biraz laflayacağım, akşamüstü mesai bitim saatine konulacak bir program tasarladım. 17-18 saatleri arasında olacaktı, çıkış saati olacağından da pozitif, uptempo bir şeyler yaparım diye düşünmüştüm. hatta kafada programları yapmaya başladım bile. bu yüzden de geçmiş zaman soul ve rock and roll plaklarından biraz daha toplarım diyordum, büyükergun alışverişine de biraz öyle baktım. [aylar sonra 10 nisan editi şöyledir, denizle yine görüştük, aradan hayli zaman geçiyor ama ben bir türlü program moduna giremiyordum, sonra ondan chinese man için giriş rica ettuk, o da pozitifin ilgili kişilerine defalarca bunu belirtti, amma velakin bu pozitifçiler biraz şey işte biraz, giriş vermediler diye de değil, sonra biz gidip bileti kendimiz alalım dedik ve ön satış fiyatı olmadığı halde, kimseyi haberdar etmedikleri halde konserin fiyatına keyfi zam yapmışlar. zaten pozitif bakmadığım pozitif gözümde daha da negatif olurken zamanında babylonda radyo programı yapmayı neden bıraktığımı ve başta çok istekli olduğum şimdiki programa neden başlayamadığımın nedenini bulmuş oldum.]

Tamla-Motown Is Hot, Hot, Hot! Volume 4
bu toplama da yukarıdaki radyo programına dair düşüncelerle alındı. ama bu düşünce olmasa da, hatta insanın kafasında hiçbir şeye dahil hiçbir düşünce olmasa da kesinlikle alınması gereken bir toplama, hele de böyle bir fiyata... Papa Was A Rolling Stone, Ain't No Sunshine, Keep On Running tonla motown klasiği var içinde... michael jackson'un rockin' robin'iyle kuduruşumuzu hatırlıyorum 7 yaşındayken ilkokul arkadaşım bayramla. koşturmalı koltukların üzerinde tepinmeli sehpalar üzerinden atlamalı... kimileri, aslında ben de isterdim böyle toplama plaklar yerine 45likler topluyor. istanbulda djlik hayatında plak çalmak çile olmasaydı daha fazla 45liğim olur, çalmaya insan gibi 7"lerle giderdim. deli gibi 45lik de toplamadığıma göre, soundundan da memnun olduğum sürece böyle toplamalar okeydür.



Johnny Rivers, Trini Lopez: Go-Go
bu da küçük ama mide bulandırmayan, aksine yüz güldüren bir back to back. üniversitedeki ziya ateş arkadaşımın lopez lakabı sayesinde tanıdığım trinine trinine bandığım trini lopezden 5, hep secret agent man tadında şarkılar yaptığını sandığım ama yanıldığım aslen daha briyantinli bir rock and rollcu olan johnny rivers'tan 4 şarkı var. türünü ve tütünü sevene..



Jack McDuff And Gene Ammons: Brother Jack Meets The Boss
yokarda tütün demişken işte de bu albümün kapağında bilader patronla otomobile yaslanmış sigara tüttürüyor. jack mcduff biladerimin yeri ayrı, hele de daha zihni abinden organ işlerine biladerin baktığı bir willis jackson quintet plağı çakmışken. onun o maharetli parmakları abi deme lazım olur misali organın üzerinde happy ending masajını yapar da bu gene ammons da az değil, patron olmadan evvel, daha çocukken boogie woogie pianisti babasıyla çalarmış da ordan lakabı jug imiş, tenorunu fanki fanki üfler durur, kah soul cazında çok dolanmadan, kah bop modunda gezilmedik yer bırakmadan...



L-Fudge - Dimmin' The Life / Mathematik ‎– Following Goals featuring Bahamadia
bu arkadaşlar da tanıdığım insanlar değildi açıkçası, bahamadia'yı açık radyoda yaptığım hip hop programım bu yaka! zamanlarında bilmiş ve çalmıştım. single'a rastlayınca youtube'dan baktım. 90ların sonundan fena olmayan iki şarkı... a yüzünün enstrümantalı ve akapellası, b yüzünün de iki remixi var, daha ne olsun. bahamadianın flowu da bahar günü boğaza çöken pus gibi vella..

Bach: Kantaten (Kreuzstabkantate BWV 56 & Kantate BWV 62 "Nun komm, der Heiden Heiland)[2532 283]
şu zavallı insancık yüreğimi alayım, pikabın üzerine koyayım, bırakayım iğneyi üzerine, 33 devirde dönsün dursun, her dönüşünde yüreğimde yeni bir groove oluşsun diyorsan canına kıymaya gerek yok, hazırı var. dietrich fischer-dieskau abim bwv 56da tarif ettiğimi yapmış, bachın yüreğini almış, dişine saplayıp okumuş şarkıyı. artık isadan mı musadan mı kurttan mı kuzudan mı bahsediyor bilmiyorum. şu beylik şekilde almanca çok kaba diyenlere beylik silahımı çekip yüreklerini ağızlarına getirmek istiyorum bakalım aynı kaba seslerin yanından geçebilecekler mi? neyse 3. bölümdeki aryayla beraber insan bir sakinliyor obuayla, ama hala ne lan bu diyenlere dışın ve de opua! (b yüzündeki koro da solo da nefis, ama aşağıdaki link plaktaki değil, başka bir yorum)




J.S. Bach: Brandenburgische Konzerte Nrç 2-3-5 [focus 419 652-1]
brandenburg konçertoları daha evvel yazılmış olmasına rağmen ben brandenburg adını ilk dr. skull'ın brandenburg şarkısında duymuştum. burdaki konçertolardan 2yi geçelim, iyi güzel tabii ki deha elinden çıkmış nefis ama kırlarda neşeli koşturmak, durup birkaç yudum limonata çakıp aynı neşeyle aynı kırlara devam etmek üzerine... üçüncü konçertodaki ilk allegroyu kendime, ikinci allegroyu daha çok malmsteen'e, blackmore'a filan tavsiye ediyorum, biraz tavşan kaç tazı tut hızına çıkılmış. b yüzündeki 5. konçertoda ise bach herhalde en sevdiği enstrüman olan klavseni orkestraya sokmayı başarmış, bir de flüt yağlamış solo olarak, o zaman bunu da jon lord ve jethro tull'ın tek ayaklı şairi ııy anderson'a armağan ediyorum. konçertoların biraz komörşıl bach, alınmak gücenmek yok.

Prokofiev - Concerto No.3 for piano and orchestra / Kabalevsky - Concerto No.3 for piano and orchestra [SUA 10488]
aslanlı logosuyla gönlümde taht kuran supraphon firmasının rusların yazıp sovyetlerin çeklere, prag radyosu senfoni orkestrasına çaldırdığı iki piano solistli eseri basması beni alıp demirperde yıllarına götürdü. plağın arkasındaki bilgilendirme yazıları bile inceden sovyet propagandası üzerine, prokofievin birleşik devletlere gidip aradığını bulamayıp memleketine dönmesi, kabalevskinin sadece iyi bir kompozitör değil bilgili bir teorisyen, mükemmel bir öğretmen, müzik eleştirmeni ve lider bir toplumsal figür olarak sovyet müziğini temsil etmesi... prokofiev'in konçertosu bana çok geçmedi... al kabalevskiden de o kadar. çağdaş mı değilim neyim?

15 Ocak 2013 Salı

my mama said that cash bela getirir oğluuum..

bazen neye niyet neye kısmet sporlarına maruz kalıyor insan plak alırken. birkaç gün önce bir iş gelmişti, iş demek para demek, para demek ekmek demek, ekmek demek dişte artık demek, dişte artık plak demek. yelda ile çalışırken bir baktım groove samiden mail gelmiş yeni gelen plaklarla ilgili. lenny kravitz'in let love rule ve mama said albümleri... mama said çıktığında hastası olmuştum, lisenin son sınıfı baharından başlayıp önce radyoda sonra kasetçalarda amansızca dönmüş durmuştu ki kasetçaların durmak bilmediği bir dönemdi gerçekten 1991. öyle şahane albümler çıktı ki o yıl metallica'nın kara kapaklısı, guns'ın use your illusion I ve IIsi, skid row'un slave to the grind'ı. seattle dalgası yayıldı sonra nirvana: nevermind, pearl jam: ten, soundgarden: badmotorfinger, temple of the dog, sonra red hot chili peppers: blood sugar sex magic, daha sert dersen sepultura'dan arise, daha pop dersen u2 achtung baby, crowded house: wood face, r.e.m. out of time, rap dersen allahı tillahı cypress hill, a tribe called quest: low end theory, NWA: niggaz for life, de la soul is dead, ruhun gıdası olarak massive attack: blue lines vee at last not least hayatımıza renk olarak irlanda siyahını katan the commitments filmi ve soundtrack'i.. bunca hem iyi hem de çoğu it gibi satıp herkesin kulağına seneler boyunca tebelleş olmuş ve olmaya devam eden şeyler...

neyse, lenny kravitz'in bu ilk iki albümü hem nefis hem de plak olarak bizdeki dükkanlarda öyle her zaman karşınıza çıkan şeyler değillerdi ki ben hiç denk gelmemiştim (it ain't over till it's over 45liği var şükür, o ayrı) ama tertemiz plaklara fiyat olarak birazcık yüksek rakam koymuştu bende oluştu bir çekince. bir yandan çalışıyoruz, hani iş ekmek plak özgürlük mevzusu, dedim işime döneyim. sonra da ertesi gündü herhalde, plakları ayır bana da demeyen, ayırma da demeyen, iç çatışma şeklinde saçma bir meyl attım sami'ye.. zaten ayrılmış plaklar, o anda kıymeti daha da arttı tabi, pişmanlık geldi. bu sırada da johnny cash: hello i'm johnny cash adlı sıcakkanlı ve fiyatıyla yüz güldüren albümünü ayırttım. hayli uzun ve boş lafın kısası bizim iş yattı iki gün sonra, biz başlayamadan bitirme kararı aldılar diziyi. böyle olunca masrafa girmediğime, lennyleri almadığıma sevindim. gerçekten sevindim mi? hayır, sevinmedim tabii, lazımdı bana onlar. neyse biz cash'i almaya gittik, denizcon, burcu ve ben. cash abinin 69 senesinden bal gibi börek gibi kah yumoş kah lokomotif gibi şarkılar bulunduran albümü de söylemesi ayıp ilk johnny cash plağı oldu koleksiyonun. cash ölüp de walk the line filmini izleyene kadar cash'le alakam bob dylan ile duetleri ve son döneminde yaptığı cover şarkılar özellikle de hurt kadardı. amma joaqin abim öyle bir oynamış ki, söylemiş ki.. gerçi coninin seveni pek bir bol olduğu için huakinden tiksinen de bol oldu filmden yok kötü söylemiş yok kötü oynamış aslında coni böyle biri diildi diye. filmle oskar aldı diye nefret edeni zaten bol coninin kaymağını yiyor diye. ye oğlum ye, speedballara geldi abiciğin genç yaşında gözlerinin önünde, ölümlü dünya ye... neyse bana yaradı, keş eşelemeye başlamıştım filmin vesilesiyle.. adamı eşele eşele bitmez gerçi. bu güzel bir başlangıç oldu, yalnız albümün bütün diğer versiyonları gatefold bi bu değil, acaba ne vardı kapak içinde? burcucum da bela bartok: le mandarin merveilleux suite'ini bulmuş bu sırada. ablam ve denizconun misafir olduğu günlere denk gelmesi, müziğin de pek easy listening olmamasındandır henüz dinleyemedik albümü. strazburg filarmoni çalmış, alain lombard yönetmiş, plağı döndürmeye bakar gerisi.. şu anda sadece güzel kapağına bakıyor ve ismiyle söz esprileri yapıyorum yedi bela bartok, tatlı bela bartok ya da allah bela bartok'unu versin tarzında.. [hamiş: dişinden artıranın plağı olur]

bartok plaktaki versiyon değil bu arada, nette bulamadun, burada bbc senfoni çalmış..