31 Temmuz 2013 Çarşamba

kah düggün kah diggin part 3: bitmeyen senfoni değil concerto @ amsterdam

bir değil iki değil üç dört değil beş dükkan yan yana.. amsterdamdaki sondan bir önceki tam günümüzde dedik ki sabah 10da açılmasıyla concerto'ya bakarız, sonra da öğlen olunca rijks müzesine gider biraz da orda kayboluruz. ama bu concerto da müzeden geri kalır boyutta değil, müzeyi ertesi güne atıp, sıkı kahvaltımızı yapıp, açılmasıyla daldık dükkana. karşına aldığında sağdaki ilk dükkan olan klasik bölümünden girdik ortama, bütün dükkanlar içeriden birleşiyor. burcu kafeteryanın altında yer alan klasiklere dalarken ben de cdlerin filmlerin rock pop karışık yenigelenlerin arasından heyecanla geçerek dükkanın mağmasına ulaştım. etrafa bakınırken bir iki plağı elliyordum ki yenigelenlere bir yenisi eklendi: kakanın son albümü aniden gelmişti. başta çağrıyı dikkate almamaya çalıştım, etrafa gergin bakışlar atıp yalandan plakları ellemeye devam ettim. olacak gibi değildi, dükkanda geçireceğim uzun zamanı düşünerek ani bir geri dönüşle ikinci dükkanın asma katındaki tuvaleti öğrenip daldım. duke abinin kapısını tıklatmadan zorladım, kilitliydi. eroyin terleyen bopçular gibi bir iki dolandım içeride, olacak gibi değil, the tender, the moving, the swinging aretha franklin'den özür dileyerek dames'a daldım. tekrar plak bakmaya döndüğümde kuş kadar hafiftim.



kakalardan kurtulunca ikinci el soul-funk bölümünden başladım kurcalamaya. daha birkaç hafta öncesinde, tatil yollarına koyulma arifesinde al green'in green is blues albümünü tekrar dinlemiştim. herhalde çoğunluk gibi ben de al green'i ilk let's stay together'la duymuşumdur. memlekette uzun aradan sonra tekrar sıfır plak dağıtılıp satılmaya başlandığında [2003-2004 olmalı] taze taze i can't stop ve everything's ok'i satın alıvermiştim. [bu iki albüm iki sene arayla aynı firmadan, hele de blue note'dan çıkmasına rağmen birincisinin nefis funky bir kapağı varken ikincisinde ise senenin patatesi yarışmasını kazanmış gibi duruyor al abi. değil alım balım peteğim, everything's ok değil, bu kapak kapak değil. neyse.. aynı olay green is blues'da da gerçekleşmiş. albümün ilk baskısında 69 senesine has nefis saykedelik bir tasarım, aside bandırılmış fontlar ve şeytanla anlaşma yapmış birinin güveniyle, hatta ötesi şeytanın kendisiymişçesine bakan bir al green varken 3 sene sonra popular demand üzerine yapıldığı belirtilen reissue'sunda sanki konser albümüymüş gibi al abimin sahne halinden hiç de matah olmayan bir foto yer almakta. [al abimin bu kapak sıkıntısı ilk plağında da olmuş, bu ilk ve esas kapak atlantiği geçip birleşik krallığa vardığında böyle bir şekil almış. sonradan columbia bünyesindeki bell promosunu nefis bir kapakla bastırmış. aynı bell almanya reissue'su için şunu uygun görürken yine rahat edemeyip sonraki bir uk reissue için de bunu düşünmüş] vadevır, benim bu albümle ve öve öve bitiremediğim kapağıyla tanışmam da 40. anniversary edition cdsi sayesinde olmuştu. küçük vagator'da, raşitik kız kardeşlerden kiralanmış odada neşeyle oynarken mp3 çaların ekranında karşıma çıkmıştı küçük jpeg. ama bunun plağını alayım desen ebayde 75 dolar, o da bi tane. o bakımdan ben de al green is blues'un reissued by popular demand stickerlı konser patatesini almak durumunda kaldım. şimdi aklıma geliyor da aceba o albüm kapağı çok şeytani, afroamerikalı brothers ve sisterlarımız albümü blue eyed soul ya da mc5 plağı sanar diye mi deniştirdiler.. neyse, yine alım yeşilim abimin 71 tarihli bi sonraki albümü al green get next to you'nun reissuesunu ortalarda görüyordum da denk getirip albümü hiç dinlememiştim, şunu bir indireyim dedim ki aman aman ne şahane, zati i'm a ram sık sık çaldığım, tired of being lonely de sık sık dinlediğim şarkılar, ruhu bol, beati hipnotik bir light my fire.. gerçi green is blues'da da olan my girl, the letter, get back ve one woman bu albümde de olsa da türkiyedeki reissue'ya tav olmuştum burda tertemiz uk ilk baskısıyla karşılaşmayayın mı.. sağ olsunlar görkemli alışverişimizin hediyesi olarak bu da bizden olsun diye verdiler plağı. indirim konusunda gözü tok avrupalı satıcının.


concertoda diğer ikinci eller arasında amman kaçırmayayım dediğim bir şeye denk gelemedim, tabii ki koca dükkanda bir sürü şey vardı ama fiyatlar beni al deyu bağırmıyordu. kelepir katına ise hiç vaktim olmadı, kimbilir neler çıkardı ordaki binlerce plak arasından. yukarda alıydı yeşiliydi moruydu kapaklardan bahsedip durdum, ken boothe: let's get it on avcı oldu vurdu beni. ken boothe abim her türlü harbici jamaikalı, skasından rocksteady'sine, misal artibellası, set me free'si, ayrı ayrı kafalarda soundlarda tarzlarda amma ken abim ister kendi bestesi olsun ister yorumu hepsinde ruhuyla okuyor. abimizi jamaika meşhurundan dünya meşhuruna döndüren everything i own dönen başımı daha da bir döndürmüş, o dönemler sadece hip hop çaldığım radyo programımda gönül sarhoşluğuyla şarkıyı çalmış, utanmadan bir de mikrofonda eşlik etmiş, hatta bunları da müsebbibi kişiye dinletmiştim. 3 trojan albümünden biri everything i own kolekşında vardı. şimdi karayım diye di mi diye haykırdığı bu albümde geçti elimize. teşekkürler konçerto müziku. darısı başına black, gold & green

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder