31 Temmuz 2013 Çarşamba

kah düggün kah diggin part 6: hardcore will never die but you will!! @concerto amsterdam

yok yok mogwai albümünden bahsetmiyore.. ben kaybolup gidicem diye 7"lere bakmaya tırsarken burcu flexilerle filan geldi. vaktiyle hardcore namına punk adına sattığı başka ellere kulaklara ulaştırdığı plaklarlan karşılaşmış, şimdi keser döner sap döner gün gelir hesap döner misali kar marjlarıyla karşımızdalar. bu punk işi acayip, 3 kuruş eroininden artır, 5 kuruşa komşunun televizyonunu çal, 2 kuruş da cepçilikten çıktı mı gir stüdyoya, yap kaydını, sat 1 kuruşa, dağıt hayır karşılığı, bakkala ver sigara al filan derken oh 3-5-10 sene sonra dünyanın en pahalı plağı olsun onlar. panka da bi faydası olmaz, haberi bile yok belki 100 yuro belki 1000 yuroya koleksiyoncu buluyo senin plak hanıııım!
bizimkiler 5er yurodan; el emeği göz nuru kapakları, aşırı hücum aşırı demo kayıtlarıyla kanlı canlı full power ver yandan yandan. active minds [ki memleket scarborough, aceba simon & garfunkel'ın scarborough fair'i burda mı kuruluyordu]tan single sided 33 devirlik bir flexi: the lunatics have taken over the asylum.. üzerinde "pay no more than 1.75 pound yazan bir ep: recipe for disaster.. umbrella tribe diye bir başka grubun b yüzüne çöktüğü [yerden tasarruf] bir başka 33rpm 7": violence for peace? ve de 3 ingiliz polisinin şimdiler için cılız gözüken şiddeti gösterdikleri kapağıyla discord'un aynı isimli single'ı.

kah düggün kah diggin part 5: seni görmem imkansız, imkansız imkaaaansız, reissuelar olmasa @ concerto amsterdam

gönül ister ki gönlündeki albümün gönlündeki baskısı dönsün pikabında... ama her zaman öyle olmiy, ilk baskılardan ararsın kondüsyonu iyi değildir, fiyatı fahiştir, ortalarda yoktur vs. güzel odyofil master istersin numaralıdır, biter, sana gene çılgın rakamlar kalır. ha bir de cep dostu reissuelar var. bunların kimi yatakta sevgilisine basılmış gibi, adrenalini yüksek ne olacağı belirsiz; bazısı şaşırtıcı derecede iyi, kimisi de tatminkar oleyyo işte. nitekim konçerto abimizde güzel reissuelar da yakaladık..
horace silver quintet: six pieces of silver
horıs abiyle londralı becerikli dj kardeşlerim 4 hero'nun bir mix cdsiyle tanışmıştım. deform muzik atlas pasajındaki küçük dükkandayken başlarda daha çok cd alışverişi yapıyordum. işte bu cdlerden biri de life:styles (compiled by 4 hero) başlıklı albümdü. bu tanışma aynı zamanda andy bey'in nefis sesiyle tanışmama da vesile olmuştu. won't you open up your senses. ben de bunun üzerine senselerimi açtım, horace silver klasiği song for my father'ı, acayip kafalı andy bey albümü experience and judgement'ı, ve yine open up your senses'ın esasen yeraldığı silver quintet 3lemesi the united states of mind'ın phase 1 ve phase 2 ve phase 3'ünü ders olarak aldım. saykedelinin enstrümancılığın şarkıcılığın ve uzayın içinde yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim.
6 pieces of silver ise geçen kış denk geldiğim ve bol bol dinlediğimiz bir albümdü. lale plak'a sormuş, onlara bu sıra reissue gelmediğini öğrenmiştim. amsterdama gelmeden önce alanya okurcalardaki okan ve murat'ın nefis tesislerinde nefis bir hafta geçirmiştik, blue note'un music matters deyu birilerinin dağıttığı 45rpm odyofil ve numerolu jazz reissuelarına abone olmuşlar, rafları doldurmuşlar, amma bu albümün yayınından sonra abone oldukları için onlara gelmemiş. seri de baya tuzlu seri, bu baskı discogsta şu sıralar 50 euroya yakın bir fiyattan gidiyor. işte böyleyken böyleyse ben o 12 euroya satılan 6 pieces of silver'ı almayacaktım da ne yapacaktım?

milt jackson & john coltrane: bags & trane çeşit çeşit yeniden baskısı olan nefis albümün rhino tarafından basılıp akrep müzik tarafından dağıtılan 14 yuroluğu.. çocukken rengarenk bir zaylofonum olduğu için mi zamanla vibrafonu da sevip sonra da mulatu ve milt jackson'a hasta oldum? yoksa tvdeki tina turner konserindeki saksofoncu mu bana coltrane sevdirdi sonradan, yok yok, o konserden sonra esnaf sarayının en üst katındaki müzik dükkanına gidip vitrindeki saksofona bakmış, parlak pirinç yerine kirli bakırımsı aletten bir de kötü sesler çıkınca soğumuştum; coltrane gizli bahçede koltuğa çöktüğünde blue train fotoğrafıyla geldi. albümün kapak fotoğrafı da içini anlatır gibi, her ne kadar bags ve trane dese de, gözlerini yummuş bir milt jackson'ı dikkatle izlerken sırasını bekliyor coltrane sanki.. sırası geldiğinde de öttürmesine alışkınız tabii..

curtis mayfield: roots. bu da bir süredir hep el altında göz önünde olan ilk dönem mayfield reissuelarından biri. orijinaline de rastlandığı için ondan alırım diyordum amma yine birkaç hafta önce okurcalar blues ve jazz istasyonunda dinlediğim ve sesinden baskısından memnun kaldığım için alıverdim. bu da rhino/spectrum işbirliğiyle basılmış ve dağıtılıyor. kapağında curtis abim albümün isminin altını çizmek için bir ağcın köklerini tutuyor, parmağında da sargı bezinden alegorisini çözemediğim bir yüzük var, aslan abim benim.

scientist: in the kingdom of dub. dub/reggae reissueları da pıtır pıtır pörtlemekte. aslında gönlümde başka scientist albümleri olsa da onların yeniden basımları yapılmadı henüz. mühim plaklar şirketinin özenle bastığı albümü de hiçbir fikrim olmadan almıştım ama son zamanlarda bulaştığı kimi dubstep işler dışında yanlışı olmaz scientist abimin, gözün kapalı gir laboratuvarına. kapaktaki şimşekler de bi yandan iştahı artırıyordu, eve gelip taktığımızda hiç pişman olmadım. bebekte dub keyfi.

kah düggün kah diggin part 4 concerto, yeni plaklar @ amsterdam

vergisi yok, shipping'i yok, oh ne ala.. aslında plakları karıştırken bir yandan aklım hep sıfır plak alacaksam berlinde alayım, hhv.de'nin store'undan ucuza getireyim diye çalışmakta... misal lady'nin aynı isimli ilk albümü hhvde 16.95 ise concertoda 20 euro. 3ler 5ler birikince sana 3er 5er fazladan plak getirisi oluyor ama insan da duramıyor işte, duramadım nitekim. hem bağımsız tükkanlara da destek olmak lazım di mi?
canımız ciğerimiz, ruhumuz gerçeğimiz truth and soul records'un bastığı ne varsa stampamı basarım. truth and soul'un sinematik orkestrası el michels affair'in kara musa isaac hayes'e yaptıkları adadıkları nefis ep walk on by'ı es geçemezdim. truth and soul'un en son bastığı albümlerinden olan lady:lady de alınacaklar listesinin başındaydı. lee fields'in berisinde yaptıkları nefis vokalleriyle tanıştığım nicole wray ve terri walker yavruları tesadüf ki yakınlarda hollandada, groningen yakınlarındaki bir kilisede lee fields'la still hangin' on'u akustik olarak seslendirmişlerdi. çıktığı gibi evde ağır rotasyona giren albüm artıkın plastikman soul rafında. [ne yazık ki terri ablam lady'i bıraktı, oysa konsere bekliyorduk birlikte]
lady nicole ablam black keys'in hiphopçılarla ortaklık yaptığı procesi Blackroc'ta 1 değil 2 değil 3 değil tam 4 eserde şarkılarını söylemiş, vokallerini yapmıştı. kara anahtarlar memnun kalmışlar ki sonraki albümleri brothers'ta da vokallere nicole wray'i çağırmışlardı. ama benim black keys'im az daha geride. [el caminoyla uluslararası patladılar, her yerde plağını cdsini görür duyar oldum, ki güzel de şarkılar, gazlı filan ama evde dinleyemedim, çalarım dedim dışarda çalarken de bi havasına giremedim, kirli değil diye herhalde..] açık radyo konnekşınıyla 2003 thickfreakness, 2004 rubber factory ve 2006 magic potion albümleri bundle olarak gelmişti. çiğ soundlarına bayılmıştım. white stripes da şahaneydi ama bu oğlanlarınkisi daha bir çiğ, halleri daha bir normal, ben burdayım diye bağırmıyorlar da bağırışlarından orda olduklarını anlıyorsun gibi. vadevır, magic potion dinlediklerim arasında en bayıldığım, çaldığım dinlediğim sıkılmadığım albümleri. dükkanda gördüğüm şüpheye düşmeden ayırıverdim kenara helecanla. kendisi repressmiş bu arada.



ben bunnarlan uğraşırken sevgilim geldi yanıma elinde bir albümle, bir yanında ibranice yazılar, bir yanında molotof kokteyl tarifi.. godspeed you black emperor!: slow riot for new zero kanada EP. abiler 9 kişi olduklarından grubunda albümün de ismini uzun koymuşlar. belki de enstrümental müzik yaptıklarından şarkı sözü yazma ihtiyaçlarını bu şekilde gideriyorlar. daha evvel bir gybe! albümünü internetten dinlerken biraz dalga geçmiştim, baba parasıyla müzik yapan kanadalı dertsizler nasıl oluyor da böyle müzik yapıyor, ben de 20 dakka aynı şeyi çalsam hipnotik olur filan gibi de burcuyla papaz olmuştuk sonra darılıp içeri kaçmıştı. bu yüzden hiç dalga geçmedim. iki şarkı var iki yüzde, biri 45 biri 33 devirde... [istanbula döndüğümüzde 33devirlik tarafı 45te dinlemiştik daha güzel olmuştu aslında ama neyse... yok yok şaka, güzel şarkılar.] sonra da yarim dedi ki şurdaki indirimli kool keith plağını gördün mü, görmüştüm aslında da bilememiştim alsam mı diye. kool keith featuring kutmasta kurt: diesel truckers albümünden bol bol çalmıştım bu yaka! programımda. kool keith'in dr octagon olsun dr dooom olsun zaten hastasıyım, van of may feyvırıt reppırs of ol taym diyebilirim. kutmasta kurt de yine o dönemde hayatıma girmiş, son zamanlarda da feysbuk vesilesiyle ne yapar ne eder ilgilenir olmuştum. [hatta işleri pek iyi değil galiba diye üzülüyordum ama kendim işsizim, adam it gibi beat yapıyo, kime üzülüyosun ki, al yeni yaptığı şarkıya bak Spaz: Dr OctoTron] aklım hep dr. octagon'da olduğu için de kamyoncu krosu albümlerini almasam mı diyordum amma fiyat etkeni ve kool sevgisi koy la sepete diyiverdu.


kah düggün kah diggin part 3: bitmeyen senfoni değil concerto @ amsterdam

bir değil iki değil üç dört değil beş dükkan yan yana.. amsterdamdaki sondan bir önceki tam günümüzde dedik ki sabah 10da açılmasıyla concerto'ya bakarız, sonra da öğlen olunca rijks müzesine gider biraz da orda kayboluruz. ama bu concerto da müzeden geri kalır boyutta değil, müzeyi ertesi güne atıp, sıkı kahvaltımızı yapıp, açılmasıyla daldık dükkana. karşına aldığında sağdaki ilk dükkan olan klasik bölümünden girdik ortama, bütün dükkanlar içeriden birleşiyor. burcu kafeteryanın altında yer alan klasiklere dalarken ben de cdlerin filmlerin rock pop karışık yenigelenlerin arasından heyecanla geçerek dükkanın mağmasına ulaştım. etrafa bakınırken bir iki plağı elliyordum ki yenigelenlere bir yenisi eklendi: kakanın son albümü aniden gelmişti. başta çağrıyı dikkate almamaya çalıştım, etrafa gergin bakışlar atıp yalandan plakları ellemeye devam ettim. olacak gibi değildi, dükkanda geçireceğim uzun zamanı düşünerek ani bir geri dönüşle ikinci dükkanın asma katındaki tuvaleti öğrenip daldım. duke abinin kapısını tıklatmadan zorladım, kilitliydi. eroyin terleyen bopçular gibi bir iki dolandım içeride, olacak gibi değil, the tender, the moving, the swinging aretha franklin'den özür dileyerek dames'a daldım. tekrar plak bakmaya döndüğümde kuş kadar hafiftim.



kakalardan kurtulunca ikinci el soul-funk bölümünden başladım kurcalamaya. daha birkaç hafta öncesinde, tatil yollarına koyulma arifesinde al green'in green is blues albümünü tekrar dinlemiştim. herhalde çoğunluk gibi ben de al green'i ilk let's stay together'la duymuşumdur. memlekette uzun aradan sonra tekrar sıfır plak dağıtılıp satılmaya başlandığında [2003-2004 olmalı] taze taze i can't stop ve everything's ok'i satın alıvermiştim. [bu iki albüm iki sene arayla aynı firmadan, hele de blue note'dan çıkmasına rağmen birincisinin nefis funky bir kapağı varken ikincisinde ise senenin patatesi yarışmasını kazanmış gibi duruyor al abi. değil alım balım peteğim, everything's ok değil, bu kapak kapak değil. neyse.. aynı olay green is blues'da da gerçekleşmiş. albümün ilk baskısında 69 senesine has nefis saykedelik bir tasarım, aside bandırılmış fontlar ve şeytanla anlaşma yapmış birinin güveniyle, hatta ötesi şeytanın kendisiymişçesine bakan bir al green varken 3 sene sonra popular demand üzerine yapıldığı belirtilen reissue'sunda sanki konser albümüymüş gibi al abimin sahne halinden hiç de matah olmayan bir foto yer almakta. [al abimin bu kapak sıkıntısı ilk plağında da olmuş, bu ilk ve esas kapak atlantiği geçip birleşik krallığa vardığında böyle bir şekil almış. sonradan columbia bünyesindeki bell promosunu nefis bir kapakla bastırmış. aynı bell almanya reissue'su için şunu uygun görürken yine rahat edemeyip sonraki bir uk reissue için de bunu düşünmüş] vadevır, benim bu albümle ve öve öve bitiremediğim kapağıyla tanışmam da 40. anniversary edition cdsi sayesinde olmuştu. küçük vagator'da, raşitik kız kardeşlerden kiralanmış odada neşeyle oynarken mp3 çaların ekranında karşıma çıkmıştı küçük jpeg. ama bunun plağını alayım desen ebayde 75 dolar, o da bi tane. o bakımdan ben de al green is blues'un reissued by popular demand stickerlı konser patatesini almak durumunda kaldım. şimdi aklıma geliyor da aceba o albüm kapağı çok şeytani, afroamerikalı brothers ve sisterlarımız albümü blue eyed soul ya da mc5 plağı sanar diye mi deniştirdiler.. neyse, yine alım yeşilim abimin 71 tarihli bi sonraki albümü al green get next to you'nun reissuesunu ortalarda görüyordum da denk getirip albümü hiç dinlememiştim, şunu bir indireyim dedim ki aman aman ne şahane, zati i'm a ram sık sık çaldığım, tired of being lonely de sık sık dinlediğim şarkılar, ruhu bol, beati hipnotik bir light my fire.. gerçi green is blues'da da olan my girl, the letter, get back ve one woman bu albümde de olsa da türkiyedeki reissue'ya tav olmuştum burda tertemiz uk ilk baskısıyla karşılaşmayayın mı.. sağ olsunlar görkemli alışverişimizin hediyesi olarak bu da bizden olsun diye verdiler plağı. indirim konusunda gözü tok avrupalı satıcının.


concertoda diğer ikinci eller arasında amman kaçırmayayım dediğim bir şeye denk gelemedim, tabii ki koca dükkanda bir sürü şey vardı ama fiyatlar beni al deyu bağırmıyordu. kelepir katına ise hiç vaktim olmadı, kimbilir neler çıkardı ordaki binlerce plak arasından. yukarda alıydı yeşiliydi moruydu kapaklardan bahsedip durdum, ken boothe: let's get it on avcı oldu vurdu beni. ken boothe abim her türlü harbici jamaikalı, skasından rocksteady'sine, misal artibellası, set me free'si, ayrı ayrı kafalarda soundlarda tarzlarda amma ken abim ister kendi bestesi olsun ister yorumu hepsinde ruhuyla okuyor. abimizi jamaika meşhurundan dünya meşhuruna döndüren everything i own dönen başımı daha da bir döndürmüş, o dönemler sadece hip hop çaldığım radyo programımda gönül sarhoşluğuyla şarkıyı çalmış, utanmadan bir de mikrofonda eşlik etmiş, hatta bunları da müsebbibi kişiye dinletmiştim. 3 trojan albümünden biri everything i own kolekşında vardı. şimdi karayım diye di mi diye haykırdığı bu albümde geçti elimize. teşekkürler konçerto müziku. darısı başına black, gold & green

30 Temmuz 2013 Salı

kah düggün kah diggin part 2: rush hour @ amsterdam

aşağıdaki part 1de bahsi geçen wax well recordstan çıkmış, rush hour'a yönelmiştik. rush hour aslında bir elektronik müzik label'ı. ben de bastıkları müziklerden hiç haberdar değilim açıkçası. ama yine amsterdamlı sağlam bir kişi olan KC the Funkaholic abimizin plak şirketi kindred spirits'i kurmasına destek oluyorlar. belki de ortaklar bir şey... kindred spirits da amsterdamlı genç kardeşlerimiz jungle by night'ın, jj doom'un jj'i jnerio jarrel'in, beyaz etiyopyalılar woima collective'in evi. neyse daldık dükkana, baya nefis elektronik müzikler çalmakta dükkanın ve de deklerin başındaki younger abi. bu da demek oluyor ki rush hour'un elektronik müziklerini bırkalamak kurcalamak gerek. ama biz saat yine 18.00'e yaklaştığı için organik müzikleri karıştırmaya başladık. zaten rush hour'un mail listesinde olduğum için 2. el müziklerin biraz kazık olduğunu biliyordum. organikçe müziklerden bolca güney amerika ve de disco müzikler geliyor aslında. olan funkları afroları karıştırdık hızlı hızlı hızlı. merak edilen müzikleri dinlemeye vakit olmadığından zaten çıktığı günden beri listemde olan, rahmetli j dilla ile üretim arsızı madlib'in müthiş albümü jaylib: champion sound'u aldık. aslında niyetim bu tür reissue'leri berlin'e gidince hhv.de'den almaktı ama stokta olmaz şu olur bu olur 1.5 euro ucuzluk için kasmayayım dedim. j dilla'nın donuts'ı, madlib ve mf doom'un madvillainy'i ve de jaylib hip hop kafasını plakla yararak açan albümler. kronoloji olarak oldschool derken electro derken golden age ve gangsta, sonrasında düşüş, boktan r&b soslu rap-hiphop piyasayı ele geçirirken alın lan müzik böyle yapılacak bundan belli diyen albümlerden üç büyükleri olabilir. dj shadow 4.büyük olabilir. rjd2 tek büyük hip hop diyebilir. bu böyle gidebilir. neyse bunca sene önce sandığımdan sonra raflarımızdan eksik olan şampiyon sesler artık bir iğne kadar yakındı..



adını her bağlantıda zikrettiğim gençler jungle by night ise geçenlerde ölümcül bir kaza geçiren ve ucuz kurtulan çılgın insan gaslamp killer'la bir olmuş, brass sabbath ismiyle record store day 2013'a özel bir 7" yapmışlardı. a yanına black sabbath'ın nükleer felaketi electric funeral'in afro-psycho halini, b yanına da selda'nın "zamanı geldi"sini yüksek basınçla high times adıyla katmışlardı. bu single'ı ozandan istemiştik, gelmemişti. az evvel de wax well'deyken sormuştuk, adam kendime ayırdığım kopya var demişti. rush hour'da da azalmış, yetişen alıyo. yetiştik aldık. şu var mı bu şöyle mi filan deyu sohbet açmak isterken dükkancının derdi dükkanını kapatmaktı, plak bakanları kovar gibi 5 dakikaya kapatıyorum, sonra ha hu yapmayın filan diye almost bir azar çekti. biz plakları alırken burcunun bez rush hour çantalarını kast edip gülerek bunlara koymuyor musunuz plakları hareketini de buz gibi bir onlar beş euro ile geçiştirdi. bu avropalı plak dükkanları indirim yaptıkları zaman pek görkemli davranmıyorlar. bu abi de bize 1.49 luk bir indirim yaptı. iki plak aldınız daha ne indirseydim, donumu mu indirseydim dedi. yok yok demedi.

kah düggün kah diggin part 1: wax well records @ amsterdam

burcuyla düğündü dernekti uğraşmayalım deyu imzaları atmaya berlin'e gidelim demiştik [bunun evveliyatı beş ciltlik dev eser, yayın yeri de bu blog değil]. almanlar vize verirken dert çıkarmasın diye de vizeyi hollandaya almıştık. vardığımız gün bir ütopyanın heyziyle kaybola kaybola dolanırken karşımıza record friend adlı dükkan çıktı. plak fiyatları beklediğimin üzerindeydi, gerçi kah amsterdamda, kah sonrasında dama göre daha uygun olsa da berlin'de fiyatlar yüksek. euronun çılgın yükselişinin de bunda etkisi var, insanların tekrardan plak almaya başlamasının da... yine de örneğin istanbulda 30-35-40 liralara alıcı bulmaya doymayan dire straits albümlerini 5 euro cratelerinden almak mümkün... neyse bu record friend hayli büyük bir dükkan ve geniş bir indirimli & friendly price bölümü vardı. ama bu neymiş şu neymiş diye bakarken saat 18.00 oluyordu ve bu nederlander abiler mesai saati bitti mi direk kovalıyorlar dükkandan. çıktık ve sonra da oraya bi daha gidemedik. ertesi gün twitterdan yazıştığım jungle by night'ın tavsiyesiyle wax well records'a gittik ve dükkandan şunlarla çıktık.

insan sage francis, joe beats, mf doom, slug ve brother ali isimlerini yan yana görünce heyecanlanıyor, sanki bir metal grubuymuş gibi yazılmış adını okumaya çalışırken de iyice meraklanıyor. neyse lex records'un non prophets: damage single'ıymış. kulaklığı takıp plağı döndürdüğüm anda zamanda bir zıplama oldu. bu yaka! radyo programına başladığım ilk dönemlerde açık radyoda internet başında sabahlar, underground hip hop deryasında dolanırdım ki sage - slug ve ali kardeşim de bu dönemde tanıştığım isimler. yıllar sonra amsterdama gitmişim, iğneyi vermişim plastiğe, ilk gelen sound böyle olunca hemen koydum peygamber olmayan abileri kenara...

bir tarafta eyfeli, şanzelizesi, kafeleri, romantizmiyle bir paris, beri yanda kızgın bir kara panter olan paris... vaktiyle hayli geniş bir koleksiyonu olan megavizyondan aldığım double bir tommy boy toplama cdsinde [biri hacıladı onu bulamıyorum] dinlemiştim ilk... paris: break the grip of shame şahane bir şarkı, çok çaldım, yine de çalarım, amma mevzubahis cdyi rip ederken bir yerinde atlama olmuş, cd de gidince hep atlamalı çalardım. artık 12"single'ı var ya, patlamalı çalarım. [ah bi de akapellası olaymış]


son zamanlardaki favori plak şirketim favorite records'un en şahane isimlerinden real fake mc'nin albümünü almak farz olmuştu ama farzı kazaya bırakmıştım. mp3çalarda ağır rotasyondaki 80 stil makaralı diskomatik hip hop tarzı albüm değil de 3 sene önce çıkmış hunt your sunshine single'ı çıktı karşımıza. aradaki bu üç sene favori plakçılığın ya da real fake mc'nin çulsuzluğundan mı kaynaklandı, yoksa aşırı ince eleyip, çok sık dokumalarından mı. prodüksiyon nefis, kayıt sözler nefis, ama şu real fake mc kardeşimi tanıyan yok amk. albümünü de, ilk single'ını da alıcam real fake, küçük evinde çok mutlu görünüyosun ama dilersen seni de alırız eve real fake..



kaset ya da cdye göre 12" plak olayının bir güzelliği de albüm kapağının dana gibi olması, içinde üstünde bir sürü başka resimlerin fotoların oyuncakların yazıların olması, tak plağı, o dönerken sen de dal git kapağa... tabi elinde kapak varsa. mesela ben real fake dinleyip dans ederken burcunun bulduğu yesterdays new quintet: stevie albümü... ynq demek madlib demek, davul çalarken otis olmuş abin, vibrafon çalarken ahmad, her şeyi kendi çalıp çaldıklarını numunesini çıkardığı jazz-hop procesiyle stevie wonder şarkılarını coverlıyor. coverlıyo ama kendi coverı yok albümün. artık wax well mi hacıladı, ona mı öyle geldi, biri albümü beğenmedi ama kapağını duvara mı astı, asılır çünkü öyle güzel kapak, bizde olsa asmazdık ama, hem kapaksız daha hesaplı geldi albüm bize adlı fakirtesellisi.kom.
bir diğer kapaksız da ebony rhythm band: soul heart transplant / drugs ain't cool 12"i. ekstradan bir enstrümantal var diye burjuvatesellisi.net işine gireyim desem de aslında fiyatı ucuz görende daha birkaç ay önce 7"ini aldığını unutan kırmızı bir cünort bolark oluyor soluğum. generic plak kapakları misali sana karşı soluğum.




cure'un re-issue yapılmamış orijinallerini topluyoruiz (ah wish eksik ama ender ve çok pahalluiz) ve the walk ep'si elimizde yok idi. gerçi sonradan berlinde daha ucuza birkaç kez çıktı karşımıza ama bulmuşken aldık. kondisyonu pekiyi zaten içeriği de aklını başından alır yerine uçmaktan çok yürümeyi seven bir kuş bırakır. sonrası robert'ın dediği gibi: "öptüm seni suda ve şarkılar söylettim kurumuş dudaklarına.. bir japon bebeğine benziyordun, her şeyi hatırladım bir anda!"