2 Mart 2013 Cumartesi

büyükergundan büyükvurgun..

plak dükkanlarından plak almak harika tabii ki... ama insan bazı plaklara gerçekten de 5 para 10 para bilemedin 15 para vermek istiyor. ve bu plakların da çöp pis ya da saçmasapan alınmayacak disko plakları olmasını da istemiyor. gittigidiyor ortamında çok plak sahibi ve sattığı plakların çoğu da tertemiz hatta sıfır olan büyükergun mahlaslı bir abimiz var. yine işimin gücümün başımdan aşkın olduğu bir günde işten kaytarmak için oldukça derin bir kazı yaptım ve büyükergun abimizden arzuladığım rakamları ödeyerek nefis kondüsyonlarda, alıp kenara koymalık değil dinlemelik plaklar çıkardım. listemde bir de tone loc'un i got it goin on single'ı vardı ama kaybolmuş herhalde binlerce plağı arasında... ara ara ekstra indirimler yapan bu abinin malları kazımaya değiyor vella.

wilson pickett: right on
wilson abimin plağı alınanlar arasında en kazuklarından biriydi aslında... üstelik wilson abimin pırıltılı göyneği ve ışıl ışıl fotoğrafı da beni inceden huylandırmıştı, çok mu 70ler tarzı diye ama albüm fena değil allah için, zaten dinlemeden önce keep me hangin on ve hey joe'yu biliyordum ve beni tavlayan coverlardı, sugar sugar da wilson abimin meşhurlarından biri, ama esas güzellik funky way herhalde... velhasıl kelam plak da sıfır olunca, yolla gelsin dedim.



aslında bloğa kimi zaman tembellikten kimi zaman da işten güçten yetişemiyorum ve yazıların çoğunu ileri tarihlerde yazıyorum. bir süre önce blogda gecikerek yaptığım işi radyoda yapsam dedim ve radyobabylondan denizle konuştum. orada tekrar program yapmam fikri onları sevindirdi, beni gaza getirdi, şöyle plak çalacağım ve aynı buradaki gibi çalarken de plak üzerine biraz laflayacağım, akşamüstü mesai bitim saatine konulacak bir program tasarladım. 17-18 saatleri arasında olacaktı, çıkış saati olacağından da pozitif, uptempo bir şeyler yaparım diye düşünmüştüm. hatta kafada programları yapmaya başladım bile. bu yüzden de geçmiş zaman soul ve rock and roll plaklarından biraz daha toplarım diyordum, büyükergun alışverişine de biraz öyle baktım. [aylar sonra 10 nisan editi şöyledir, denizle yine görüştük, aradan hayli zaman geçiyor ama ben bir türlü program moduna giremiyordum, sonra ondan chinese man için giriş rica ettuk, o da pozitifin ilgili kişilerine defalarca bunu belirtti, amma velakin bu pozitifçiler biraz şey işte biraz, giriş vermediler diye de değil, sonra biz gidip bileti kendimiz alalım dedik ve ön satış fiyatı olmadığı halde, kimseyi haberdar etmedikleri halde konserin fiyatına keyfi zam yapmışlar. zaten pozitif bakmadığım pozitif gözümde daha da negatif olurken zamanında babylonda radyo programı yapmayı neden bıraktığımı ve başta çok istekli olduğum şimdiki programa neden başlayamadığımın nedenini bulmuş oldum.]

Tamla-Motown Is Hot, Hot, Hot! Volume 4
bu toplama da yukarıdaki radyo programına dair düşüncelerle alındı. ama bu düşünce olmasa da, hatta insanın kafasında hiçbir şeye dahil hiçbir düşünce olmasa da kesinlikle alınması gereken bir toplama, hele de böyle bir fiyata... Papa Was A Rolling Stone, Ain't No Sunshine, Keep On Running tonla motown klasiği var içinde... michael jackson'un rockin' robin'iyle kuduruşumuzu hatırlıyorum 7 yaşındayken ilkokul arkadaşım bayramla. koşturmalı koltukların üzerinde tepinmeli sehpalar üzerinden atlamalı... kimileri, aslında ben de isterdim böyle toplama plaklar yerine 45likler topluyor. istanbulda djlik hayatında plak çalmak çile olmasaydı daha fazla 45liğim olur, çalmaya insan gibi 7"lerle giderdim. deli gibi 45lik de toplamadığıma göre, soundundan da memnun olduğum sürece böyle toplamalar okeydür.



Johnny Rivers, Trini Lopez: Go-Go
bu da küçük ama mide bulandırmayan, aksine yüz güldüren bir back to back. üniversitedeki ziya ateş arkadaşımın lopez lakabı sayesinde tanıdığım trinine trinine bandığım trini lopezden 5, hep secret agent man tadında şarkılar yaptığını sandığım ama yanıldığım aslen daha briyantinli bir rock and rollcu olan johnny rivers'tan 4 şarkı var. türünü ve tütünü sevene..



Jack McDuff And Gene Ammons: Brother Jack Meets The Boss
yokarda tütün demişken işte de bu albümün kapağında bilader patronla otomobile yaslanmış sigara tüttürüyor. jack mcduff biladerimin yeri ayrı, hele de daha zihni abinden organ işlerine biladerin baktığı bir willis jackson quintet plağı çakmışken. onun o maharetli parmakları abi deme lazım olur misali organın üzerinde happy ending masajını yapar da bu gene ammons da az değil, patron olmadan evvel, daha çocukken boogie woogie pianisti babasıyla çalarmış da ordan lakabı jug imiş, tenorunu fanki fanki üfler durur, kah soul cazında çok dolanmadan, kah bop modunda gezilmedik yer bırakmadan...



L-Fudge - Dimmin' The Life / Mathematik ‎– Following Goals featuring Bahamadia
bu arkadaşlar da tanıdığım insanlar değildi açıkçası, bahamadia'yı açık radyoda yaptığım hip hop programım bu yaka! zamanlarında bilmiş ve çalmıştım. single'a rastlayınca youtube'dan baktım. 90ların sonundan fena olmayan iki şarkı... a yüzünün enstrümantalı ve akapellası, b yüzünün de iki remixi var, daha ne olsun. bahamadianın flowu da bahar günü boğaza çöken pus gibi vella..

Bach: Kantaten (Kreuzstabkantate BWV 56 & Kantate BWV 62 "Nun komm, der Heiden Heiland)[2532 283]
şu zavallı insancık yüreğimi alayım, pikabın üzerine koyayım, bırakayım iğneyi üzerine, 33 devirde dönsün dursun, her dönüşünde yüreğimde yeni bir groove oluşsun diyorsan canına kıymaya gerek yok, hazırı var. dietrich fischer-dieskau abim bwv 56da tarif ettiğimi yapmış, bachın yüreğini almış, dişine saplayıp okumuş şarkıyı. artık isadan mı musadan mı kurttan mı kuzudan mı bahsediyor bilmiyorum. şu beylik şekilde almanca çok kaba diyenlere beylik silahımı çekip yüreklerini ağızlarına getirmek istiyorum bakalım aynı kaba seslerin yanından geçebilecekler mi? neyse 3. bölümdeki aryayla beraber insan bir sakinliyor obuayla, ama hala ne lan bu diyenlere dışın ve de opua! (b yüzündeki koro da solo da nefis, ama aşağıdaki link plaktaki değil, başka bir yorum)




J.S. Bach: Brandenburgische Konzerte Nrç 2-3-5 [focus 419 652-1]
brandenburg konçertoları daha evvel yazılmış olmasına rağmen ben brandenburg adını ilk dr. skull'ın brandenburg şarkısında duymuştum. burdaki konçertolardan 2yi geçelim, iyi güzel tabii ki deha elinden çıkmış nefis ama kırlarda neşeli koşturmak, durup birkaç yudum limonata çakıp aynı neşeyle aynı kırlara devam etmek üzerine... üçüncü konçertodaki ilk allegroyu kendime, ikinci allegroyu daha çok malmsteen'e, blackmore'a filan tavsiye ediyorum, biraz tavşan kaç tazı tut hızına çıkılmış. b yüzündeki 5. konçertoda ise bach herhalde en sevdiği enstrüman olan klavseni orkestraya sokmayı başarmış, bir de flüt yağlamış solo olarak, o zaman bunu da jon lord ve jethro tull'ın tek ayaklı şairi ııy anderson'a armağan ediyorum. konçertoların biraz komörşıl bach, alınmak gücenmek yok.

Prokofiev - Concerto No.3 for piano and orchestra / Kabalevsky - Concerto No.3 for piano and orchestra [SUA 10488]
aslanlı logosuyla gönlümde taht kuran supraphon firmasının rusların yazıp sovyetlerin çeklere, prag radyosu senfoni orkestrasına çaldırdığı iki piano solistli eseri basması beni alıp demirperde yıllarına götürdü. plağın arkasındaki bilgilendirme yazıları bile inceden sovyet propagandası üzerine, prokofievin birleşik devletlere gidip aradığını bulamayıp memleketine dönmesi, kabalevskinin sadece iyi bir kompozitör değil bilgili bir teorisyen, mükemmel bir öğretmen, müzik eleştirmeni ve lider bir toplumsal figür olarak sovyet müziğini temsil etmesi... prokofiev'in konçertosu bana çok geçmedi... al kabalevskiden de o kadar. çağdaş mı değilim neyim?