24 Kasım 2013 Pazar

miro istanbul'da, cooper üsküdar'da..

miro istanbul'da sergisi tophane-i amire de açıldı ve burcuya söylediğimde olumsuzca "ona da gidemeyiiz, hiçbir şeye gidemiyoruz bu şehirdee" gibi söylenmelere girişti. aslında serginin daha iki ay daha açık olacak olmasına rağmen açılışın ertesi günü haydi gidelim dedum. hatta amsterdamda müzelerin önünde kuyruk beklenmesi yakın geçmişimden ötürü de "biletleri önden alayım, bugün cumartesi, kuyruk beklemeyelim" diye de ekledim. mekana gittiğimde kuyruğun kapının önünde değil kedilerin arkasında olduğunu gördüm. başarla çay içip beklerken burcu elinde sürpriz bir plakla geldi. üsküdardaki antikacılar pazarına uğrayacağını söylemişti. antikacılar pazarı denen herhangi bir yer plak almak için doğru adres olmayabilir diye bir önyargım var, çünkü plağı eski-nostaljik-antika olarak gören zihniyetler müzikten aciz geçmişlerinde yer etmiş uyduruk plaklara olduğundan fazla değer biçebiliyorlar. amma velakin yine üsküdardan deform tayfun'un yakaladığı şahane ve reyr bir dub plağını [o derece reyr adını hatırlamıyore] gördüğüm an geldi aklıma ve helecanla plağı torbasından çıkardım. yerli baskı alice cooper: goes to hell albümü.. teşekkür edip öptüm sevgilimi, o da çay almaya gitti o sırada ben de başara anımı anlattım. lise 1 zamanı olmalı yani 14 yaşlarındayken küçük bir müzik dükkanı olan bir elemanla tanışmıştım, adamın elinde yeni metal albümleri oluyordu ve kasete kayıt yapıyordu. benim elimde de bir koli sony chf 60lık kaset olduğu için param oldukça kayıt yaptırıyordum. adam benim elimde plak olduğunu öğrendiğinde takas önerisi getirdi ben ona plak verecek o da bana karşılığında kaset çekecekti. eleman 70ler tarzı hard rock gruplarının hayranıydı, mesela nazareth: rampant plağına karşılık 5-6 kaset çekiyorsa robin gibb: how old are you plağını zor bela alıyordu. how old are you cümlesi de manidardı tabi bu durumda, o hiçbir şey vermeden [kayıt esnasında harcanan elektrik parası dışında] plak sahibi olurken ben de parasız bir tiineycır olarak dinlemek istediğim albümlere kayıt kaset formatında ulaşabiliyordum. velhasıl alice cooper'ın bu albümü de o elemana kimbilir hangi albümlerin kaydı için takasa gitmişti hatırlamıyorum. 76 albümünün tiyatrovari şarkıları ve yumuşak soundundan hoşlanmamış olmalıyım, çünkü normalde o sıralar alice cooper beni cezbeden nitelikteydi. yılan ısırırken deli deli baktığı constrictor ve sıkılmış solcu yumruğunun avuç içindeki makyajlı yüzünün olduğu raise your fist and yell gerek kapakları gerek cayır cayır gitarlı şarkıları gerekse de çılgın klipleriyle [bkz1 ve bkz2] süper albümler olmasa da beni etkiliyordu. hele ki john carpenter'ın prince of darkness filmi için aynı isimli şarkıyı yapması ve de üstüne filmde bisikletle vahşice adam öldüren bir sokak serserisini canlandırmasıyla sempatim alıp yürüyordu. ben başar'a bu plağı vaktiyle kaset karşılığı vermiştim hikayesini anlatırken burcu geldi ve plağı kaça aldın muhabbeti oldu. 5 liraya satmayacaklarını bildiğim halde bu plağın ederi 5 lira dememle burcunun canı bir sıkıldı ve inceden almaz olaydım moduna girdi. ben de gerekçelerimi sıraladım, ortamın tadı kaçmadı. başar da bunun üzerine vaktiyle didem'in bu tür davranışlarından ötürü kendisine baltalı ilah demesinden bahsetti. gülüştük, güzelce sergimizi gezdik, miro'nun ismiyle söz esprileri yaptık durduk. dışarı çıkarken antalya bölgesi ağır metal denetleme şubesi üst düzey yöneticilerinden barış erdoğan'ın kardeşi ulaş'la karşılaştım, sergiyi gezmeye yasemin miro ile gelmişti.. hey gidinin moğuk moğuk moğukları, kendini bana veğ!