11 Kasım 2014 Salı

değiştir!

biz küçükken ortaokul ve lise arkadaşım, büyüdükten sonra ise doktor olan arkadaşım makbule, yine bir arkadaşının kitap kapağı çizmesi ama buna ne fiyat isteyeceğini bilememesi üzerine benden yardım istemiş, ben de onu oğuz ve özlem ile konuşturmuştum. sen nasılsın diye bana sorduğunda da doktorun benden istediği multislice tomografinin çok pahalı olduğunu anlatmıştım. tak diye bana beklemesiz bir randevu ayarladı, ertesi sabah yola çıkacaktım.

sabahın kör saatinde ortaköyden kalkıp taksiyle zincirlikuyuya ordan metrobüsle söğütlüçeşmeye ordan taksiyle kadıköye ordan metroyla kartala ordan dolmuşla kaynarcaya ve ordan da taksiyle marmara eğitim ve araştırma hastanesine gittikten sonra aynı yoldan kadıköye dönmenin en güzel tarafı zihni'ye uğrayıp plak bakmak olabilirdi.. ki biz de bunu yaptık; ama pek alışveriş niyetinde değildim doğrusu, yakın zamanda işin bitmesi ve junodan gelen plaklar bana madden dur demişti.


zaten görünür amacım da önceki haftalarda aldığımız charlie mingus: revisited albümünün vaktiyle berlinde bit pazarından alınmış pre-bird albümüyle aynı çıkması ve bunu değiştirme niyetimdi.. zihni abiden bu sıralar aldığımız 25-30-35 liralar civarındaki plakların kimilerinin kondüsyonları biraz kendi kalemize gollü çıkmıştı... o yüzden yerine alsam mı diye düşündüğüm asha putli ya da bill withers albümlerine güvenemedim. yine de korkunçlu gözüken kondüsyonuna rağmen cal tjader: several jades of shade albümüne baya bir meylettim. lalo schifrin'in yönettiği büyük bir orkestrayla kaydedilmiş oryantal tatlar taşıyan albümü zihni abinin depoda olmasının da rahatlığıyla biraz silip çalmasını rica ettim ordaki adını bilmediğim arkideşten. tadı yoktu..



sonunda burcu seçtiği deutsche grammophon baskılı romantik schubertler yerine kim olduğunu bilmediğim de lalande ve bizim rameau'nun bir a'da sen b'de ben albümünü aldı. ne yazık ki albümün kaydı oldukça uyduruk çıktı... ben de naylon koruma ve de iç zarf aldım, sessiz sözsüz müziksiz ama gayet temizler, çok memnunum.



7 Ağustos 2014 Perşembe

cumhuriyetimiz 75 yaşında..

valla çok da bir hikaye yok aslında.. birbirinden müthiş albümler, kiminin baskısı yok kiminin çok piyasada... blue note universal işbirliği ile olunca d&r'ın sitesinden alma ortamı doğdu.. plak dükkanından almaya göre ucuza geliyo. tabii ki support local stores zaten destek veriyoruz, ama orijinal masterlardan pek tatlu remaster edilmiş bu 75.yıl vinil insiyatifi serisini biraz bekleyerek de olsa -memlekete geç düşüyorlar- d&r'ın online mağazasından 42 liradan başlayan fiyatlar ve taksit seçenekleriyle ediniyoruz. it's a wild world beybiler.. hepi börtdey mavi notalar..







hamiş: unity müthiş, free for all çok çok iyi, out to lunch çok tarzım değil sanardım amma velakin o ne güzel müzik öyle kah kedi merdivenden çıkar gibi, kah kedi merdiveni yapar gibi..

10 Temmuz 2014 Perşembe

plakbükü

femur kemiğimin başıyla ilgili tatsız haberler aldıktan hemen sonra burcu ile denizli'ye uçmuş, orada ibo ve sevinç ile buluşup boncuk koyunda mutluluktan mest olmuş, günler sonra yolda club amazon'da sona ve yenay'a uğramış ve sevinç'in annesini görmek için kendimizi datça'da bulmuştuk. hindistan fiyatlı (kişi başı yirmi lira) pansiyonumuz, çeşitli koy ve büklerde kabak çiçeği dolmalarımız-kalamarlarımız-balıklarımız-rakılarımız-biralarımız ve bize her yerde eşlik eden dünya kupamızla günümüzü gün ederken burcunun çarşıda bir sahaf var, kitapdan gayrı plaklar da var demesiyle sarsıldım. parmaklarım tuzlu sularla, soğuk biralarla serinlemek ya da patates ve balıklarla yağlanmak değil plaklarla tozlanmak istiyordu.. dükkanının adını unuttum ama düzgün, temizce bir yer, plaklar da pek öyle tozlu değildi.. sıkıntı alt raflarda durması sebebiyle bana bel ağrısı, bir kısmının da aşırı üst raflarda bulunması nedeniyle indiriveren iboya bel ağrısı vermesi oldu.. klasik rocklar ve poplarla pek de boptan nasibini almış cazlar pek cazip değildi... gerçi uygun fiyatlı supertramp ve cat stevenslara bi meylettim. hatta genesis'e.. lakin ne gerek var şimdi diyerek uzaklaştım..

devrimci/sosyaldemokrat/cehapezihniyetli/ulusalcı çeşit çeşit insan var/yerleşmiş datçaya.. korkunç levent kırca tiyatro yapıyor.. sevinç'in annesi alev ve erkek arkadaşı hayli aktifler misal, koyları etkileyecek yasalara karşı harıl harıl çalışıyor.. anarko sendikalist bile var, üniversite arkadaşım anarko sinan, 92 ya da 93te noir desir: tostaky albümünü bana veren adam. o da ailesiyle yerleşmiş, eski bir yağhaneyi pansiyon yapmış, hatta pansiyonda da habe habe arkadaşlarım melis ve emre çalışmakta... neyse bu çeşit insan arasından bazıları belki bahar temizliğinde çıkarmış elindeki plakları, belki plak tekrar moda oldu olayı geçmemiş insanlara.. boktan yerli basım karışık pop/disko plakları yoktu da 50 rock/pop biraz daha az da temiz durumda klasik müzik plağı vardı...

neyse, bakınırken bir kapağa bayıldım.. illustrasyon ve tasarım nefis.. şarkı isimleri, font ve görseller ben hippiyim diye bağırıyordu Golden Avatar: A Change Of Heart albümü.. ortamda (tabii ki) pikap yoktu. ben bakınırken burcu-ibo-sevinç de inceden sıkılmıştı [diggera rahat yok] yutuptan hızlıca birkaç şarkı dinledim, zaten plak 10 lira, alıvereyim dedim. burcu'ya da ısrar ettim klasiklere baksın diye. Vivaldi: iki keman ve orkestra için dört konser albümünü alıverdik..



ordan muğla'ya, oradan sandras dağına gökçeova'ya, ordan dalyan'a kaş'a antalya'ya derken plaklar otomobilden bir daha çıkmadan istanbul'a kadar geldi.. golden avatar'ın geyik kısımları olsa da tahminimden çok iyi çıktı, özellikle ses kalitesi baya bir iyi, orkestrasyon ve kayıt da sağlam.. vivaldi de maşallah, kemancı abimler nefismiş, insanın kocaman evlerin güzel salonlarında uzun kahvaltılar edesi, tilki avına çıkası geliyor.. bunlar marmariste datçada mümkün..

baltalimanı hastanesinde bekleme esnasında rumeli hisarı'na gittik kahvaltıcılara. dünyanın dört yanına giden temsili tabelaların olduğu sade kahve'ye oturduk onca tatilden sonra.. güneylerde her yemeğin değil yanında ayrı tabakta bedavadan boca edilen söğüş domates ve salatalık için 10 lira istiyorlardı. söğüşün bedava plağın on lira balığın taze olduğu yerlerde yaşamak istiyorum ama plak çeşidi de daha fazla olsun. bi de levent kırca gelmesin tiyatroya.. brecht gelsin. ay ya da kim isterse gelsin. ama bize ovabükünden yer versin.


almanya'nın brezilya'ya 7 gol attığı tarihi maçı da datça'da izledik.. arjantin ve hollanda arasındaki sıkıcı maçı da..

30 Haziran 2014 Pazartesi

macera dolu amerika..

burcu iş arkadaşı sema'nın new york'a gideceğini aylar öncesinden ilk söylediğinde kendimi elektrikli gitar alma fikrine kaptırmış, 300 dolara sıfır bir squier vintage modified jaguar'ın abd'den getirilebilme ihtimalini düşleyip ağzımı sulandırmıştım. aradan zaman geçti, sema da gitar getirebilecek boyutta bir insan değildi ama plak getirebilirim size diyivermiş ve long island'da kaldığı otelin adresini vermiş.. bir yandan long island'daki record store'ları araştırmaya, bir yandan da yeni çıkmış, bulunma ihtimali yüksek amerikan baskı plaklara bakınmaya başladım. ben olsam saatlerce kazıyıp kendimi şaşırtacak ne sürprizlerle çıkacağım dükkanlardan fiyat/kondüsyon/baskı konusunda neyin ne olacağını bilemediğim için sıfır plak istemeliyim diye düşünmüştüm. bir yandan hep wishlistte duran ve amerikan menşeili olanlardan seçiyor bir yandan da yepyeni şeyler dinliyordum..

misal zig-zags: brainded soldiers 7"inin kapağını görünce vuruldum ve zamanda bir yolculuğa çıktım. ruhunu korku filmleri, metal müzik, çizgi roman ve oyunların dünyasına satmış olan barış erdoğan arkadaşımın çizimlerini andıran kapak, çiğ sosu bol stoner rock, normalde alayım da koleksiyonda dursun demeyeceğim bir single.. geniş listenin alt sıralarına yazdım kendisini.. nasıl olsa ona sıra gelmez diye.. [gerçi şimdi tekrar baktım da listeyi boğucu olmasın diye o kadar da geniş tutmamışım] ama sıra gelmiş. hem de ön sıralardan gelmiş. canım iyi ki de gelmiş..



zig-zags 45liği ve bazı başka plaklar other music denen dükkandan alınmış. kapsamlı ve de çalışan bir online store'u da mevcut. oradan alışveriş yapacağını bilsem nokta atış yapabilirdik. sitede listemin en başında olan apollo brown thirty eight soundtrack'ini gördüm. sema almadığına göre ellerinde yoktu, sema sordu diye stoklara kattılar diye sevindum. neyse yine other music'ten alınan mournful congregation: concrescence of the sophia adlı cenaze grubundan ve onların taziye epsinden bihaberdim. yeni çıkanları kurcalarken denk geldiğim avustralyalı bir doom grubu.. yine bahsettiğim barış'ın odasında dinlediğimiz tiamat zamanlarını anımsatan duygularda nefis bir oldschool doom epsi.. hipinden hopundan sıra gelmezdi normalde böyle şeylere, kaderin güzel bir oyunu oldu.. ilk yüzdeki yirmi küsür dakikalık albümün isim şarkısı özellikle nefis. zaten diğer tarafta da dokuz dakikalik bi şarkı daha var. pek temiz..



other music kendini "We're an NYC-based record shop specializing in underground, rare and experimental music." diyerek tanımlamış. sharon jones & the dap kings henüz rare değil, experimental hiç değil, acaba hala underground mu? bana sanki meşhurlarmış gibi geliyor. neyse yeni albüm give the people what they want çıktığında burcu hemen alalım demişti. ben biraz mesafeli bakmıştım. aslında yakından baksam, misal kapağına bakıp okusam jeton daha erken düşerdi belki: burcu plağı istiyor. plakta insanlara istediğini verin diyor. mevzu açık. ama versiyonla ilgili biraz canım sıkıldı. mavi versiyonu vardı.. sonra bonus 45likli versiyonu vardı.. sonra mono versiyonu vardı.. bize normali geldi. olsunlar, birkaç gün önce sharon jones'u görmüştüm rüyamda. konser için gelmiş ama insanları bulamamış mı ne.. ben de bunu bize götürecekken polis beni durduruyor, saatlerce sorular soruyor, defalarca üstümü arıyor, tersleneyim de beni içeri tıksın diye habire üzerime geliyor. ben de bir yandan sharon'a sen git filan diyorum. sharon da kuzu gibi bekliyor. sonunda polis saldı, bize gittik. dap kings de sığışacak yer aradı evde dert oldu. burcunun doomgünü kutlamalarıyla benim kalça sıkıntım çakışınca dev kutlamayı iptal etmiştim. onun sıkıntısı şerın cons şeklinde geldi herhal rüyada..



daptone new york bazlı diye onlardan başka çeşitler de yazmıştım listeye.. misal ekşimik suratlı, soul'un çığlık atan kartalı lakaplı abim charles bradley.. iki albümünü de gün gelir alırız nasılsa diye almamıştım. (oysa lee fields albümlerini kaçırmadım) daptone kataloğuna bakarken record store day soygunculuğu bazında, sıradışı bir şekilde 12"e limited edition basılmış i hope you find the good life / electric victim of love single'ını bulunca, hele bi de sarı olduğunu görünce ekleyeyim dedim listeye, nasılsa bulunmaz diye. ama bulunmuş. charles abimin koleksiyona giren ilk parçası stay away 7"i olacak diye umarken bu oldu. victim of love albümünün isim şarkısı bir acayip dublı olmuş ki tadından yenmez.. mez.. mez..

burcum pek sever, hep de ister diye fugazi albümlerine hep bakarak oluyordum. orijinallerine istanbulda hiç denk gelmedim, dışarda da kovalamamıştım. reissue'leri ise pek tatlı fiyatlı, zaten plağın arkasına da yazmışlar bak bu albümü direk dischord records'tan istersen posta hariç 11 dolar diye. ben vaktiyle bunları denyoca marillion fugazi albümü var diye o tarz bir grup sandım. sonra bir iki dinlemiştim, pek geçmemişti.. ne zaman sonra birileri wu-tang raplerini fugaziden örnekledikleri beatlerin üzerine koyup wugazi diye bir proje yaptılar o zaman daha bi hoşlandım. özellikle bu steady diet of nothing'ten sanırım. plağın göbekteki matrix numaralarının yanında a yüzünde don't worry b yüzünde this is the last one yazıyor. böyle şeyler beni benden alıyor.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

tatilden dönen kadın ne sever? jagger mı önce ölecek richards mı? nedir bu stones sevdası?

geçen günlerde yurtdışındaki labellardan direkt alışveriş yapayım diyordum kendime, dükkanlarda karşıma çıkan plakları değil, almayı planladığım plakları alayım. öyle olmuyor tabii, sen karşına çıkanları al, almayı planladıklarını da bilahare alırsın. bilgeyi dansa bırakıp, sohbetli tahsilat için yelda ve meryemle buluştuktan sonra son zamanlarda yol üzeri olduğu için sıkça gittiğim ve alışveriş yaptığım groove'a uğradım. aklımda, toplama plak almayacağım diye planlamama rağmen byrds: the original singles 1965-1967 volume 1 toplamasını almak vardı. vaktiyle çıkan mono singleları a ve b olmak üzere direk master tapelerden aktarmışlar. ama öyle uyduruk jukebox bir kapak yapmışlar ki en boktan nice price plaktan dandik görünmekte... dükkana gittiğimde o plak çalıyordu hatta... benim plağı eskitme deyip kaldırttım ama planladığım gitmedi tabii işler. evde cdsi olan the history of fairport convention double toplamasına meyl ettim ki cdsi olanın plağını almıyorum ekseri, uyduruk gözüken bir cash albümünü dinledim içime sinmedi. sonra bridge over troubled water'a bakıp neden evde hiç simon & garfunkel plağı yok diye düşündüm, "nedeni belli her yerde karşına çıkacak kadar çoklar, her zaman alabilirsin dedi cimri", "pek de ucuz ve temiz yahu alsana" dedi burada duracağına sende dursuncu. o sırada tatilden yeni dönmüş görünümlü, kolları soyulan, üzerinde beyaz ince olan bir kadın girdi dükkana... rafları karıştırırken simon & garfunkel'ı aldı, aa ne hoş filan derken dinlemek için pikaba koydurttu. ah alsaydım diye içlenirken kabus flütleriyle el condor pasa başladı. sonrasında kadın para çekmeye gitti. döndüğünde sami yakalamak için hoşuna gidebilecek beach house diye bir grup koydu, indie gibi, dream pop gibi, biraz mıymıycore gibi.. bir de mavi plak... tatilden yeni dönmüş abla mest oldu, ama aldığı plak sayısı artıyor diye de bir kararsız kaldı, lafa girecektim simon & garfunkel her zaman bulursun bak sen bunu al ayakların da kumlu diye girmedim, iyi ki de girmemişim, hepsini aldı.



peki ben aylardır yıllardır decadelerdir almadığım her zaman bulurum bak dediğim rolling stones: aftermath'i neden aldım? daha önceki macerada bahsetmiştim, bu remasterlardan emin olamıyore, fikirlerini sorduğumda hoş cevap alamıyore diye... daha önce de uygun fiyata aldığım universal çıkması, yok kabının kenarı acık buruşmuş, yok naylonu birazcık sökülmüş teşhir / depo mallarından aftermath'ı görüp bunları diyince sami açıverdi, ben de muradıma eriverdim. geçenlerde aldığım orijinal amerikan london baskı mono out of our heads gibi bir sonuç yok ama bu fiyata da tamamıyla kabul edilebilir bir baskı. internet d&r fiyatından bile ucuz olunca yazıldım artık. bir de orijinal ama hangi baskı olduğunu kestiremediğim rolling stones: some girls'e takılıp kaldım. sonradan sansürlenip değiştirilmiş kapaklı versiyonu, ama üzerinde nerede üretildiği yazılmıyor, muhtemelen ingiltere'de basılmış ve avrupada dağıtılan bir tanesi. bu plağın beş bin ayrı çeşidi var zaten, renk sıralamaları farklı, insertleri farklı, bu yeşil sarı mavi pembe sırasıyla gidiyor ve insertteki çıkarılan ünlü çizimlerinin yerine under construction tarzı yazılar denk geliyor. plak da tertemiz, almam dediğim albümü aldım ya miss you ve beast of burden hatırına ya da başlıkta da dediğim gibi ya jagger gidici ya da richards yakınlarda...




esas sürpriz güzellik erik satie: an erik satie entertainment (songs and piano music with meriel & peter dickinson)oldu. burcu'ya mesaj attım pek seviyor bu nasıl albümdür acaba diye. o da dedi ki eric abinin bokunu çıkardılar, herkes kendine göre aldı çaldı, dikkat et diye. koyduk plağı dükkanda, peter abim güzelce çalmış, meriel ablam güzelce söylemiş, sıkıntı yok, bir iki can sıkıcı atlama dışında tertemiz bir kopya, içinde şarkı sözleri insert'ü bile var valla. hal böyle olunca byrds toplaması sallandı, bu 3 albüm eve yollandı...



not: konuyla ilgili bir fotoğraf koyup yanına (temsili) yazma esprisi uykusuz dergisinde o sırada isimli köşeyi yazan erman çağlar'ın alamet-i farikalarından biridir.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

shades and tapes of christ..

adadayken sipariş vermeye doymamış, bir de juno'ya dalmıştım. burcu en sevdiği grup olan crass'ın en sevdiği albümü christ the album'ü istediğini hayatımızda defalarca belirtmişti. ben de deep purple'ın hastası olduğum gillan öncesi albümlerinden en saykedeliği shades of deep purple albümünün yeni çıkacak mor mono reissue'sunu bekliyordum. onun stoklara girdiği haberinin gelmesiyle yine seneler sonra burcu'yla sevmeye başladığım mogwai'nin son albümü rave tapes'i bohçaya katmış ve siparişleri beklemeye başlamıştık.



rushmore ve zihni postlarındaki siparişler ve juno siparişi aynı gün gelince bir bayram coşkusu oldu. plaklar geldiğinde emel bizdeydi ve yaz için planladığımız arabayla istanbuldan slovenyaya turu hakkında konuşup biralar içiyorduk. crass içinde hayvani posteriyle coşku dolu. purple'da bi tuhaf durum var, bir iki yerinde boyası mı fazla dökülmüş de groove'u mu tıkanmış ne, atlamalar yapıyor. [normalde bunu juno'ya söylesem yolla yenisini yollayalım derler ama uğraşamayacağım, onun yerine diğer senelerini pislik içinde geçirmiş plaklara yaptığım ayı ağırlığında tone-arm ve plağı çılgın hızda çevirme yöntemini kullanacağım]



mogwai ise albümün beş bin değişik halini basmış, yok renkliydi yok şuydu, ben sipariş verdiğim sırada asıl istediğim 7" hediyeli versiyon kalmamıştı. ve tabii ki bu dünyanın sonudur. ama albümün göz boşluğu şeklindeki kesik kapağı çok eğlenceli, karton plak tutan ceketi hareket ettirebiliyorsun. albümse pek eğlenceli değil, baya karamsar. zaten bu yüzden aldık. [bu arada mogwai konserine gitmeyi planlarken konseri düzenleyen geliri soma'ya bağışlayacağını açıklamış ve herkes imkanı dahilinde destek olabilsin diye atıyorum 10-20-50-10-100-250-500 lük biletlere çevirmiş normal biletleri ve bu biletler de hemen tükenmiş. davetiye-giriş kovalamak da ayılık addedilince bir anda konsere gidemedik, kimseye de nasıldı diye sormadım. biz olmadığımız için kötüydü tabii ki!

rushmore orijinal plakseverler kulübü

zihni'nin gittigidiyordaki us menşeili nays prays mallarını iyice eşelemiş, siparişleri vermiş, gg defterini kapamış ve önceki günden yarım kalan, wes anderson'ın rushmore filmine dönmüştük... spoiler vermek gibi olmasın ama max fischer ve herman blume'nin mezarlık sahnesinin sonunda nefis bir stones şarkısı başladı, aftermath albümünden i am waiting.. uyuyakalmamak için direnen ben film bittiğinde discogs, gittigidiyor ve d&r dünyalarında sabahlara kadar dolanacak bir adamdım artık.



rolling stones'un abcko remaster/reissueları d&r ve çeşitli sanal/reel dükkanlarda sürekli cazip fiyatlarla karşıma çıkıyordu. defalarca albümleri almaya niyetlendim ama hep vazgeçtim.. uk decca orijinallerine ya da erken dönem reissuelarına sahip olmak istedim. remasterları insanlara sorduğumda, misal zoltan records'un sahibi emekcan "bırak yee onları" diyerek yorum yapmadan harcadı, zihni (internet üzerinden sorduğumda) yanıt yollamadı, başkalarından da verimli yanıt alamadım. d&r'dan alır denerim derken dur şu gg'ye bir daha gireyim dedim ve 12 liraya kapaksız orijinal london us baskısı bir out of our heads gördüm. kondüsyonunun iyi olacağını düşünmüyordum ama denemeye değerdi... nitekim özellikle ilk yüzü hayli hışırtılı bir plak geldi. ama hiçbir atlama, crack ya da pop yok... plağı iyice temizleyince, groovelardaki toz, yağ ve bilimum pisliği çıkarınca müthiş olmadı ama yine de mutluyum. gümbür gümbür bir kayıt, baslar yürek titretiyor, sound da dengesiz ve kirli, yeni reissuelarda basların böyle olacağını düşünmüyor, alışverişten memnun oluyorum.



kapaksız orijinal plaklar sanırım birbirini çekiyordu, parkenin üzerinde yapayalnız duran fotosuyla black sabbath: volume 4 çıktı karşıma, vertigo swirl alman ilk baskısı... bende sovyet resmi firması melodiya'nın başardan kalma baskısı vardı. rhino reissueları da vaktiyle almamıştım, vertigo logolu uyduruk reissuelara yüz vermemiş, nems işine hiç girmek istememiştim. gönül öyle ya da böyle o girdabın peşindeydi işte.. çoğunlukla kitap, dergi, resim vb satan, ekseri uyduruk plakları olan ve bu uyduruk plaklara da manasız fiyatlar çekmiş eti koleksiyon isimli bir satıcıydı satıcı. manasız fiyatlar çekilmiş plaklar o kadar kötüydü ki belki bu kadar ucuza sattığı black sabbath müthiş olacak diye gaza geldim ve siparişi verdim. sonuç kısmi hüsran. çok çok çıtırtı, kimi atlamalar, ama nefis bir sound. shure m97x kafa ve iğnemi çıkarıp yerine scratch atmaktan kör jilet kıvamına gelmiş stanton trackmasterı taktım, pikabın kolunun ağırlığını hayvaniye aldım ve grooveların içinde yıllardır birikmiş tozu pisliği kazımak için start tuşuna bastım. ne kadar işe yarayacağını zamanla göreceğiz ve aslında çok umut olmasa da o dönen girdaba bakar durmak da yeter.





black sabbath'ı tek almayayım, kargo parasını azaltayım diye dükkanı umutsuzca kurcalarken 1960 tarihli cliff richards & the shadows: me and my shadows mono orijinal baskısı karşıma çıkmasın mı? memleket pop-rock tarihini okur-dinler-izlerken cliff richard ve özellikle de shadows'un bizimkiler üzerinde çok fena bir etki bıraktığını öğrenmiştim. cliff richards'ın kısa bir zaman içinde sevimsiz bir popçuya dönüşmesinden önce, shadows'la yaptığı ilk albüm bu. vasat şarkılarda bile shadows öttürüyor. monoda jet harris'in basları hayvan gibi tınlıyor. ingilterenin ilk fender stratocasterının sahibi hank marvin vibratoları rüya aleminden yolluyor. fiyatı da 10 lira, 55 senelik plak için kondüsyonu da baya iyi, en sevdiğim şarkının hemen başındaki iki atlama canımı sıksa da canımı gerçekten sıkan olaylar oluyordu bu plaklar kargodan elimize geldiğinde.. somadaki kömür madeninde yüzlerce işçi öldü, madenin içindeki yüzlerce kişiye de ulaşılamadı...

kara haber gelmeden az önce music on vinyl'den çıkan overkill: taking over albümünün nükleer yeşili reissue'sunu kazanabilmek için facebooktaki devil hornları görelim postuna şu fotoyu çekip yollamıştım, somada canını verenlere ve daha canlarını vereceklere acı ile dua okumak yerine öfke ile sendika şarkıları yollamak daha anlamlı..

adadan onlayn zihni kazısı...

zihni müziğin uygun fiyatlı plaklarını kazıyalım dedik, bunları seçtik. aslında brothers unlimited: who's for the young reissuesunu da alacaktım ama bir şanssızlık zinciri oldu. plak elimizde yokmuş kusura bakmayın yanlış listelemişiz satışı iptal ediyoruz diye bir mesaj geldi, pek üzüldüm. sonra bir mesaj daha geldi ya biz onu size ayırmışız, sonra da yerinde bulamamışsız diye. benim de moronluğuma geldi, yeniden mi almam lazım, nasıl olacak filan diye sorular sordum, yanıtlar gecikti, cevap yazmam gereken zamanlarda ben yazamadım, yanımda kart yoktu, kargoyu daha fazla erteletmek istemiyordum ki sarktı, yıldım ve plağa tekrar talip olmadım.



ama ne zamandır istediğim horace silver'ı (ki blue note olmasına rağmen reissue'nun soundu hayal kırıklığı yarattı, tavsiye etmem).. hastası olduğum drifters'ın şeker kapaklı golder hits toplamasını (ki bunun da soundundan memnun kaldığımı söyleyemem, volümü tizi bası düşük, cılız; monosu olaydı keşke aslında bunların 7"lerini ister deli gönül)orijinal baskı neşeli bir joe tex albümü happy soul'u coloured kontenjanından koleksiyona kattık...






beyazlara gelince (aslında insanları böyle ayırmamak lazım siyah ve kızılderili kırması hendrix abim mahler'i beğenirmişti mesela), gustav mahler abimizin songs of the earth'ünü... yine bizim mahler'in orkestra şefliği yapıyor sanıp, helecana gark olduğumuz henry purcell'in yaylılar için dört süitini [ki bu mahler gustav abimizin bir nevi kuzeni fritz mahler imiş] ve et last bat nat liist schubert: death and the maiden'ını koleksiyona kattuk..



3 Mayıs 2014 Cumartesi

adalardan bir yar gelir bizlere aman allah disklere bak disklere!

annem uzun zaman sonra istanbul'a gelmiş, çiçekler pörtlemiş yeşiller azmışken görsün de bayılsın diye heybeliada'daki eve gitmiştik... günler geceler huzurla geçmiş, cumartesi sabahı bilge'yi baleye getirmiş, onun dans edeceği 3 saati müzikle geçirmek için soluğu beş dakika ötedeki reasürans pasajında groove'da almıştım. ahmet ertegün'ün hayat hikayesi son sultan: ahmet ertegün ve rock'n'roll'un yükselişi kitabını ara ara okumaya devam ediyordum. önceki akşam da okuma, okuduklarımı dinleme yapmış, ray charles'ın atlantic'le anlaşması bölümüne yeni gelmiştim. iyi ki gelmişim kesin bu sayede evren karşıma ray charles'ın atlantic'ten ayrılıp ABC ile yaptığı ilk albüm olan modern sounds in country and western music albümünü çıkardı. ABC ray abime güzel para + full artistic freedom clause + kayıtların orijinallerini veriyor ki onu atlantic'ten transfer edebilsin. ahmet ertegün ray'e diyor ki bak biz arkadaşız, bunlar koca şirket hadi şartlarımı zorlayayım ne veriyorlarsa aynısını vereyim... parayı verebiliyor ama orijinal işine yanaşmıyor. dostça ayrılıyorlar. ABC'nin patronu ray'in kalabalık bir orkestra ve vokal grubuyla country şarkıları yorumlayacağını öğrenince telaşlanıyor aman abim canım abim yakacak mısın bizi diye... ray de full artistic freedom'ı olduğunu hatırlatıp güven bana diyor. albüm listelerde yükseliyor, it gibi de satıyor. işte genius ray abimin bu plağı sami'nin raflarında üzerinde 20 lira etiketiyle duruyordu. kapak yorgunca (!) plak da öyle, ama çok da değil, atlama çatlama patlama olmayınca atladım sevinçle.. uyduruk plakların leş kondisyonlarına acayip paraların istendiği yalnız ve çirkin ülkemde mono birinci baskısına bu fiyat güzel vella...



wilson pickett abim de atlantic'in soul trenini lokomotif gibi çeken bir abimiz. hit üzerine hit albüm üzerine albüm, şov üzerine şov, para şöhret zirveyi atlantic yıllarında görmüş... aslında atlantic ilk başta abimi biraz üzmüş, demosunu kaydettiği baladı if you need me'yi atlantic'in ortaklarından/yapımcılarından jerry wexler'a yollamış. jerry de şarkıyı "wonder boy preachin" lakaplı solomon burke abimize verivermiş, kayıt edivermişler, şarkı kendince hit olmuş. pickett hayatımda ilk kez o zaman ağladım diyor. wilson abim bunun üzerine karakter sahibidir deyip meşhuur r&b şarkıcısı "mr personality" lakaplı lloyd price ile anlaşmış ve şarkıyı onun plak şirketi double l records'tan çıkarmış. ve sonra birkaç single ve bir albümü... işin ilginci lloyd price o sıra peynir ekmek gibi satıyor ve işleri de kendi şirketinden değil ray charles'ı araklayan ABC'den çıkıyor. ama ABC, kırgın olmasına rağmen wilson'ı bünyesine katamamış. wilson da gecikmeli olarak atlantic'le imzalayıp soul dünyasını birbirine katmış. great wilson pickett hits ismine bakınca toplama albümmüş gibi geliyor. aslında bu albüm wilson'ın double l records'tan çıkardığı ilk albümü it's too late'in aynısı. scepter records'un alt label'ı wand'dan bu isimle çıkmış. erken dönem nefis eserler, wilson'ın da tarzı tam oturmamış haliyle... misal i'll never be the same'de ben e king'i andırıyor.. "wicked pickett" haline gelmemiş olsa da güzel bir albüm. memlekette ender rastlanan bi albüm, denk geldiğim için pek mutlu olanz, kondüsyonu da kapağı da gayet temiz durumda ve fiyatı da tam sevdiğimiz gibi!





atlantic'in hikayesini okumak, blues, r&b ve soul düşünüp dinlemek sayesinde evrenin bana yolladığı son plak, atlantic'in rakip şirketlerinden güzideler güzidesi chess records'tan geldi: efendi bir abimin r&b toplaması, willie mabon: chess masters... o dönemlerde müzik alemindeki herkesler alkolü esrarı eroini hapı içip çekip basıp çakarken willie abimin plak kapağında anlattıkları enteresan... annesi vefat edince 17 yaşında chicago'ya göçüyor ama ortamdan nefret ediyor, bavulunu boşaltması bile üç gün sürmüş.. müzik dersleri alırkenki amacı da caz müzisyeni olmak, kulüplerden barlardan hiç haz etmiyor, içki bile içmiyor. zamanla piyanosunu da vokalini de geliştiriyor. chess'teki sanatçıların kimi blues kimi rock and roll çalarken bizim abi r&b'ci.. pek de entertainer bi abi, plakları billboard listelerinde haftalarca tavan yapıyor. r&b tatlı, fiyat nefis, 85te basılmış plak da keyfim de gıcır.

12 Nisan 2014 Cumartesi

korku ve rockabilly & reklam ve garage & murat ve okan

sevgili sevgilim bana her bir şey aldığında olay çıkar, ister çorap ister gömlek ister harddisk ister telefon. benim ona ihtiyacım yoktur ya da ihtiyacım olan o değildir çünkü. ama plak konusunda bu pek seyrek olur. aslında istediğim baskının değil de bir başkasının alınması ya da önceliğimin o sırada başkası olması gibi... az ya da çok illa ki bir miktar terör yaratıyorum ki bu doğumgünümde elini korkak alıştırmış.



geçen yılki kalabalık piknikli doğumgünü plak hediye edilmesi açısından da pek verimli geçmişti. ama bu kez 40 yaşıma girdiğim bu kutlu günü istanbul'da kalabalık içinde değil, okan ve murat'ın okurcalardaki cd, plak ve enstrüman deposu olan evlerinde kutluyordum. burcu'nun kemer'de bir eğitime katılacak olması dolayısıyla ben de işimi orada yaparım diyerek okan ve murat'a kendimi zorla davet ettirmiştim. burcu işlerinde biraz aksilik çıktıktan sonra rötarlı olarak yanımıza geldi, saatin 12yi geçmesiyle getirdiği plağı çıkardı... aslında bana daha yeni telefon almıştı, ama ona doğum günü armağanı demiyordu.. bir de jimi hendrix: sıfırdan başlamak: benim hikayem ýkitabını almıştı, ama ben sana zaten hep kitap alıyorum diyerek ona da doğumgünü armağanı demiyordu. ve aslında plağa da armağan demiyordu. çünkü her şeyden korkuyordu :)



rockabilly stars volume 2 plağını görünce yüzüme bir gülümseme yayıldı. nasıl yayılmasın, kapakta collins kids'in nefis renkli bir fotoğrafı. arka kapakta müthiş tasarımlı gitarı ve çılgın pozuyla early recordings albümünün kapağındaki link wray.. açılır kapağın içinde bir sürü yazılar ve fotolar... collins kids, carl perkins, link wray, johnny cash, rick nelson... iyi ki doğmuşum da rock'ın roll'u, country'i ve rockabilly'i sevmişum diye sevinirken birden bir küçük haset dalgası oluştu. neden, çünkü bluessever murillo kardeşime de al kooper introduces shuggie otis: kooper session plağı alınmış! gitardaki shuggie daha 15 yaşında! koyduk dinledik, nefis de bir albüm. neyse, ses etmedim... evde oturup dinledikçe rockabilly starlarımı çok sevdim! (plakları zihni abimden almış bu arada burcu)



bu sıralarda yerli rock and roll grubumuz the ringo jets'in ep'si çıktı ve sık sık da konser veriyorlar. hatta record store day'de kadıköylü rainbow records'tan salih'in açıklamasıyla öğrendik ki cd olarak basılan albüm plak olarak da basılıyormuş, test pressing'i dinlemişler hatta. neyse ben de sosyal medya üzerinde bol bol ringo jets reklamı yapmış ama işten dolayı konserlere gidememiş, işgüzarlıktan dolayı da cd'yi alamamıştım. okan da bu sosyal medya reklamlarımdan etkilenip cd'yi almış, pek de beğenmemiş, hatta küçük görmüş anladığım kadarıyla. bunlar çalınır, bu soundlar elde edilir yea, yaklaşımıyla yaklaştı olaya. her şey çalınır ama yürekten çalınır mı olm dimedim. ki blues çaldığı için murillo zaten bunu biliyordur. sen bu çocuk bana al sana hediye diye ringo jets cdsi vermesin mi? bence kendi beğenmediği cdyi verdi ama bunu sana aldım diye yalan söylüyor. ama bu küçük tatlı bir yalan. o zaman okan için de fleetwood macten gelsin tell me lies, tell me sweet little lies diyelim diyeceğudum ama onu beğenmez, bence fm'in pop değil harbici blues yaptığı zamanlarından gelsin de neşelensin..


16 Şubat 2014 Pazar

plaklar mı barış mı dersen barış isterim, barış olduktan sonra da plak isterim..

iş yoğunluğundan ötürü iptal edebildiğim çalmaları iptal ediyordum ve karga'nın müzik direktörü bahadır dilbaz'ı aradım. bahadır berlin'de olacağını ve benim yerime çalamayacağını, birini bulmak gerektiğini söylerken bana plak getirsene dedim, o da olur dedi, ben de o zaman çalarım dedim. nerden nereye... aklımda hhv.de'den sipariş verip dükkandan teslim alması vardı. fakat bir türlü günleri tutturamadık, ben taktım ordan sipariş getirtmeye, tanıdık arkadaşların tanımadık arkadaşlarıyla kontaklar kurdum, yazışmalar, o olmadı başkasıyla konuşmalar filan derken sonunda üniversitede imzalarımı atan, notlarımı tutan, nikah şahitliğini yaptığım sınıf arkadaşım şişko pınar birden berlinale film festivaline gideceğini diyivermesin mi, işler birden kolaylaştı...



sona, dilan, öküz alper, tolga ve eşleri ve dostları merkezli büyük bir pazar kahvaltı organizasyonunun öncesindeki gece rasputin'e gidip metal dinlemek için dışarı çıkmış, öncesinde başar'ı almak için aslı'ya uğramış, orada gördüğüm bir şeytan kolyesini boynuma takmış, önce başar'la tartışmış, gecenin sonunda da hatırlamak istemeyeceğim kadar kötüleştiğim kavgalar etmiştik burcu'yla... ve ertesi sabah uyandığımızda da artçıları yaşıyorduk. yine de kahvaltıya gitmek için yola çıktık, berbat hisler içindeydim, yolda pınar ile karşılaştık. onlar da kahvaltıya gelmişler ve sonrasında da belki bırakırız diye plakları yanlarına almışlar. aslında pınar bana uğramak değil, fenerbahçe-kasımpaşa maçına gitmek derdindeydi. eskişehirde polis ve yandaşlar tarafından dövülerek öldürülen ali ismail korkmaz'ın ailesi bu maçta statta olacaktı. kasımpaşa ba$bakanın mahallesiydi ve takım olmasa da yerlisi gezi olayları öncesi, sırası ve sonrasın kendisini onun yanında görüyordu. aslında bir zamanlar beşiktaş'lı bir fener düşmanı olan pınar, kah çoğunluk fener taraftarının gezi sonrasındaki muhalif duruşu, kah da fenerbahçeli kardeşinden yapılan kan ve ilik nakli sebebiyle feneri de tutmaya başlamıştı...



aldığımda sevinemediğim, içimdeki acılar ve pişmanlıkların dinmediği yegane plak teslimatı bu olmuş olabilir. ne plakların, ne onları yapan artizlerin, ne de dünyadaki başka bir şeyin önemi vardı. tek istediğim cehennemin dibinden kurtulmaktı. psychemagik'in editlediği goya şarkısındaki gibi.. what you need? love!



plaklar da akıl alır hani, deltron 3030 aynı isimli şaheseri, kid koala'nın debutu, mr chop'tan 2x10", madvillainy 2: madlib remixleri, percee p abimden iki single: throwback rap attack ve no time for jokes ve pyschemagik'in nefis toplaması..


29 Ocak 2014 Çarşamba

arvo part is back.. ama valiz nerede?

burcu 2013 20 eylülünde insan hakları ortak platformu için ankaraya gittiğinde inceden bi de plakform bakayım demiş, süleyman abinin dükkanı shades'e uğramış(kim bilir nasıl üzüldü geçen yaz jj cale öldüğünde, dükkanına albümünün ismini verecek kadar seviyordu herhalde, en azından bir zamanlar). kendisi bir takım insanların aksine ankara simidinin değil cimi simidinin hastası olduğu için parayı beşin bastırmış jimmy smith: bashin - the unpredictable jimmy smith albümünü alıvermiş. smith'in arkasına a yüzü için big band alıp, blue note'u geride bırakıp verve dünyasına daldığı albümün b yüzü gitar ve davullu trio şeklinde. gayet leziz, jimmy smith'in parmaklarını yirsin o derece.



Ama hikaye bunda değil de jazz reissueları arasından chet baker sextet: chet is back'i seçmesinde... chet abim çeşitli kapak versiyonları olan albümün bu baskısında traş oluyor. ünlü trük büyüğü esat c. başak samurayların her an ölme ihtimalinden ve cesetlerinin yakışıklı olması gerekliliğinden ötürü traşsız gezmediğinden bahsetmişti. yılların keşi chet baker'a sorsan cankiliği samuraylıktan sayar, ikinci bir kısa enjektör taşıyor olabilir. neyse burcu eve sevinçle dönüp valizinden goodieleri çıkardığında o sevinci kursağında bırakmak için gecikmedim ve üzerinde bu albüm bizde vardı şekerim niye arayıp sormadın yazan kılıcımı hızla çektim. evet bizde albümün 77den bir fransız reissue'su işte şu varudu. chet'in oroyin iştahıyla bekliyordu pikap iğnesini albümün grooveları, ama poşeti hiç açılmadı, hayırlı bir takas için kenarda beklemeye başladı.



aradan 4 ay ve birkaç gün daha geçmiş, burcu'nun başka bir insanlık görevi için hatay'a gitmesi gerekmişti. [aslında daha önceden gitmesi gereken bu yolculuk benim aldığım plakların yağdırdığı yıldırımlar yüzünden ertelenmişti, bkz] fakat bütün bu insanlık adına yaptığı yolculuklarında kullandığı valizi yoktu. neden mu?

gezinin ilk gününde yaralanıp aylarını hastanede komada geçiren lobna'yla 2011 mayısında tanışmıştım. ortak arkadaşımız taylan von aygır lobna'nın o sıralar işletmeye başladığı indigo lounge'de çalmam için beni aramış, ben de o mayıs ve haziran aylarında çoğu eğlenceli geçen gecelerde gözelce çalmıştım. gün gelip devran dönmüş, lobna aldığı ağır hasarlara rağmen neyse ki hayatta kalmış, komalardan çıkmış, pek çok sanatçı sepetçi arkadaşı da bu şahane insanın rehabilitasyon masraflarını karşılama amaçlı bir yardım gecesi düzenlemeye karar vermişti. taylan bu kez beni canlı müzikçilerin önünde arasında ve sonrasında çalmam için aramıştı. yine taylanla karşılaştığımız ortamlardan biri olan haldun ve yeşim'in düğününde hard diskim patladığı için sadece cdden müzik çalabiliyordum [dışarda pikap işi zaten yalan] ve gereken cdjleri uzaklarda değil deform-e ozanda bulmuştum. 13 aralık cuma gecesi geceye gitmeden burcunun valiziyle evvel ozana uğradık, [ozan yoktu, gözgülerin emre vardı, ozan valizi tam göremedi, bilemedi] cdjler ve kabloları nefis tekerlekli valize yerleştirip geceye gittik [gidince hiç cdj cd filan götürmeye gerek olmadığını bir bilgisayar ve birkaç mp3 ya da en olmadı yutup yardımıyla da bu işi çözebileceğimi anladım ama too late it was] sonrasında da cdjler bize geldi. onlarla biraz takılırım diye düşünürken işler güçler geldi, haftalar geçti, yılbaşı partisi için ozana lazım oldular, ben o sırada yılbaşı partisi için eşdostla alanyada bulunan bir düşüncesiz ayı olduğum için götüremedim.

sonunda taksime gidip cdjleri bırakabileceğim gecede muaf'ta çalıyordum, öncesinde de başçalışanı aret'in isminden dolayı aret denen çukur meyhane'de yine ozanlarla birkaç duble rakı içme niyeti vardı. taşıması dert olacak diye boş valizi ozan'ın evde bıraktık. işte o burcu o ertesi gün o valizle o defalarca gittiği hatay'da neler yaptıklarını anlatmak için o televizyon programına çıkacaktı. ve o gece o burcu tam anlayamadığım şekilde hastalanıp evimize erken dönecekti. işte o cünort olarak ben çalarken biraz daha sarhoş olacaktım. sonrasında verdiğim sözleri unutup o eş dostla yine o cdj+valiz duosunun seyahatlerine vesile olan o harddisk bozulması olayının müsebbibi düğünün damadı haldun ve yeşim'in evine gidip hoşça zaman geçirmiştim. ve işte o burcu gecenin geç ve sabahın erken saatlerinde tüm bunları o güzel burnumdan getirdikten sonra işte canlı yayındaydı:


valizin bugündü yarındı derken çukurcuma'daki evden alınamaması yetmezmiş gibi, ozan üzerine bir de moda'ya taşındı. burcunun hatay seyahati yaklaşırken kadıköyde olduğumuz bir gün ozan'ı aradık, arkaoda'da buluşmaya karar verdik. hatta ozan valizi de getirecekti ama valizin dükkanda olduğunu hatırladı. işte birkaç gün sonra hem güzelce görüşüp laflamaya hem de ankaradan gelen chet baker'ı başka bir plakla barter etmeye deform'a giderken elbette ki esas amaç valizi almaktı çünkü ertesi gece burcu hatay'a gidecekti. dükkana vardığımda ozan çıkmıştı; ne yemek yesem, o yemeği yerken ne izlesem diye düşünürken bir yandan da senelerin ardından çukur meyhane'den ayrılıp kendi mekanını açmak üzere olan aret için türkçe müzik playlisti hazırlayan tayfun dükkandaydı ve o sırada özdemir erdoğan çalıyordu.
bir yandan geyik yaparken bir yandan da valizi arıyor, deformcuların bizlerden gizleyip ebay'de sattıkları erken basım kıymetli black sabbath albümleri buluyor ama valizi bulamıyordum. sonunda ozan'ı aradım ve ozanın başka bir valizi burcu'nun sandığı, asıl valizin dükkanda olmadığı, içindeki cdjlerle birlikte karaköy'deki ha za vu zu stüdyolarına gittiği gerçekleri ortaya bir bir çıktı. kayıp valizin şarkısı da herbaliserdan geliyordu... [soru: tayfunun özdemir erdoğan çalması, benim adımın cüneyt olması ve cüneyt özdemir'in yutup sayfasında ha za vu zu videosu olmasını nasıl açıklarsınız?]


zaten baştan beri bizim bu valiz işini hiçbir engel çıkmasa bile kotarabileceğimizden şüpheli olan burcu, yeni planlarımızı dinlemek istemedi ve işyerinden bir valiz çözüverdi kendine. vaktiyle bana ankaradan döndüğünde yapamadığı jesti ona yapmaktı artık görevim. hipapçı rakçı ya da fankçı itlerin kopukların plaklarına yönelmişken birden arvo pärt, the hilliard ensemble: passio'yu görüverdim. takas edeceğim plağı bulmuştum, her şey yerli yerine oturdu.. isa'nın tutkusu babasının dediğini yapmak.. devletin tutkusu insanların kafasını patlatmak.. chet'in tutkusu oroyinli trompet çalmak.. tayfunun tutkusu yemek yerken arka sokaklar bakmak.. burcu'nun tutkusu valizini arvo pärt plaklarıyla doldurmaksa.. benim tutkum da her şeyi birbirine bağlamaktı!



23 Ocak 2014 Perşembe

allah onların evlerine ateşler salsın! uçaklarına yıldırımlar düşsün! pikapları dönmesuun!

burcu hataysız kul olmaz, hatayla sev beni diyerek hatay'a gitmek üzere katil sabiha gökçen havaalanına doğru yola koyulmuş, diğer taraftan umutsuz ev kadınları ev işlerini bitiremezken ben onların işlerini bitirmiş hava almayı hak etmiş bir insan olarak groove'dan ayırttığım plağı almaya gitmiştim. daha önce de björk: biophilia hikayesinde olduğu gibi sami'nin eline teşhir ürünü, depo artığı, kıyısı köşesi buruşuk ama içi sıfır plaklar geçmişti. bu ikinci partide benim için çok cazip mallar yoktu. illa ki vardı ama yoktu. misal zamanında yıpranmış vhs kasediyle üniversitede özel gösterim düzenlediğim led zeppelin konser filmi songs remains the same'in 4x180 gram remastered boxsetini almak anılara ihanet olmaz mıydı? [olmazdı]
gorillaz: the fall hem güzel atmosferik bi albüm [albarn albümü turnedeyken ipadinde yollarda kaydetmişti, yollar aşarken kah karavanda kah otobüste yaptığı şarkılar pencereden gördüklerinin sesli bir panoraması mıydu], hem gorillazdan zarar gelmez, hem de fiyatı uygun, hem de limited numbered edition gün gelecek bitecek, gorillasever 5000 kişiden biri de ben olayım deyu alayım dediğim lp olmuştu. dükkanda kah günümüz elektronik müziği ve jon hopkins immunity albümü, kah hayat hikayesini okuduğum (bkz yaşasa tiksineceği şekilde verilmiş kitap lansman partisi) atlantic'in "elemanı" ahmet ertegün ve kısa pantolonlu yaşlardayken yaptığı 20bin plaklık 78lik caz ve blues arşivi üzerine laflarken aslında o gün beklemediğim bir paranın az sonra elime geçeceği haberi geldi ve vinil canki kaşıntısı başladı, onun iğnesi başkadur.



cure: mixed up'ın dükkana geldiğini saminin daha önce attığı arrival listelerinden biliyordum ama fiyatından ötürü yazılmamıştım. içinde nefis miksler olduğu kadar [the walk, ki tüm zamanların en sevdiğim cure şarkılarından] sıkıcı olanları da [in between days keza tüm zamanların en sevdiğim cure şarkılarından] vardı. ama madem ki cure koleksiyonu yapıyorduk, sık da karşıma çıkmayan bu güzelliği orda bırakmaya yürek dayanır mıydı? hele de insanın ellemeye korktuğu kapağı dikkat boyalıdır deyu bağırırken?




neyse, techno-jazz (!) filan gibi konular üzerine laflayıp plakları kurcalarken güneşli bir pazar sabahında jon olmayan lordun aydınlattığı bir kiliseye bakan çok sevdiğim iki abimi gördüm. biri papikçi biri sübyancı, sun records'un medar-ı iftiharlarından johnny cash & jerry lee lewis: sunday down south plağı için arkalı önlü bir araya gelmişti. biraz dinleyince içimi huşu kapladı. aşırı dinsizliğin yarattığı boşluktan olmalı çok sesli olsun, gospel olsun, country olsun meryemli isalı müzikler evde seviliyor. vaktiyle 80lerin ortasında amerikalı anneler kızlarının makyaj malzemeleri ve saç spreyleriyle mahrem yerlerini de hunharca kullanan glamcilerden ve şeytandan, soyguncu kiliseden ve sosyal adaletsizliklerden bahseden kah çivili kah kotlu thrash metalcilerden; topunun içkisinden seksinden dinsizliğinden bıkmıştı. rahmetsiz ronald reagan'ın eşi nancy'nin desteğiyle PMRC [Parents Resource Music Centre]'yi kuran hanımlar türlü türlü dava açarken bir yandan da plak kaset ve cdlerimize Parental Advisory stickerlarını hediye etmesinin yanı sıra "white metal" da denilen christian metali pompalamıştı. düşün ki white metalin alemdarı stryper'ı bile sevmiştim [sarı siyah kostümlerine ayrıca bayılıyordum] gerçi walk the line filmindeki bir sahnede, cash grubu tennesee two ile sun records'a gidip dini şarkılarını çaldığında eleman herkes dini plak yapıyor, bana kendi müziğini çal diyordu. cash kendi şarkısıyla kontratı kaptıktan sonra dini şarkıları da kaydetmiş demek ki işte karşımdalardı...



ulan bi pazarım var dedim, plağı almaya niyetlendim. işte o sırada havada bir şeyler oldu, sami 3 plak için şaşırtıcı bir indirim yaptı. mutlu bir şekilde dükkandan çıktım, parayı alıp civardaki arkadaşlarla kurtuluş birası içmek üzerine buluşmaya yollandım ki burcudan haber geldi, uçağına havalandıktan kısa bir süre sonra yıldırım çarpmış, arızayla istanbul'a geri dönmüşlerdi. galiba johnny cash baba+oğul+kutsal ruh diye üçlü çektirmişti!

21 Ocak 2014 Salı

canki canktan vazgeçer mu ister yuro 3 küsür olsa..

valla aslında vazgeçmişti sanıyordum, elde yoktu havuçta yoktu, en son yazın yapılan düğün ve diggin seferindeki çılgın alışverişlerden sonra tek tük gelenler dışında eve plak girmez olmuştu aylarca.. bu blogtaki ilk yazılardan birinde, işte şu, dert yanmıştım geliyormuş gibi görünen ama gelemeyen freelance işler doğrultusunda koleksiyona giriyormuş gibi görünen ama giremeyen plakların durumundan... neyse ki aylar sonra bir takım işler güçlerdeki düzelmeyle gözler dönmeye başladı ve yurodaki çılgın yükselmeye rağmen junodan bi sipariş işine girdik...

yazıdan para kazanmadığım aylar boyunca [kimi zaman sıkıcı ve yorucu gelen bir] sıklıkla diskoda barda müzik çalmaya başlamıştım. kadıköydeki woodstock denen bir mekanda öner diye bir arkadaşım müzik direktörlüğü yapmaya başlamıştı. yıllar (7!) önce "müdahale" sokak sanatçıları hafriyat'ta isimli sokak sanatı üzerine olan sergi vesilesiyle tanışmıştık. bu yaka! hephiphop radyo programımın sadık dinleyicilerinden biri olan, o zamanki hafriyat sanat oluşumunun içindeki nalan ben akyaka orman kampında hippi dostlarla bir başka baharın tadını çıkarır iken telefonla arayıp açılışta çalmamı istemiş, ben de hip hop için değil oğlumu tatilimi bile keserim diyip, dönemki kız arkadaşımı da şaşırtıp yolda evine bırakarak istanbul'a düşmüştüm. işte öner de o vakitler peyote'de çalışmaktaydı ve hafriyat'a da bu açılış için teknik destek vermekteydi. neyse gözelce hipapımı çaldım, sokak sanatçıları ve önerle tanıştım. dediğim gibi seneler geldi geçti, woodstockta çalma zamanım netleşti ve yaklaştı. daha rock'n'roll bi setin uygun olacağını düşündüm, zati death'in belgeselini de yeni izlemiştim, garage beat fuzz damarlarına girdim hazırlıklar esnasında... işte o sırada taze çıkmış nefis bir toplama olan michigan meltdown volume 2: twelve more non-hits from pleasant peninsula preternaturals and water wonderland weirdos'a rastladım. ne yazık ki albümün korsan indirmesine hiçbir yerlerde rastlayamadım. o gece woodstock'ta çaldığım fuzzy ve raw şarkılar ses sisteminin biraz uydurukluğu ama asıl olarak da kulakların çiğ köfteye alışık olmamasından dolayı sadece ben ve bir iki kişinin yüreğini şenlendirdi... derken üzerinden 2,5 ay geçti ve işte o müthiş plak pikapta dönüyor. adı sanı duyulmamış yüreği ve gitarı gürültülü non-famous grupların singlelarından nefis bir toplama, türünü sevene...





woodstock çalmasından iki hafta sonra deform-e ozan'la birlikte quit'te "back-up records" adını verdiğimiz ayda 1 cumartesi çalmamızı yapacaktık. temmuzda babadoğan haldun arkadaşım teknedeki düğün partisinde müzik çalmamı istemişti. cd basamadığım, bi stick'e atacak kadar şarkı seçemediğim için koca harddiskimi aldım yanıma. burcunun şunu bir şeylere saralım uyarılarına da kulak asmadım. ordaki dj'e emanet ettiğim harddisk bozuldu, ne orada ne kikideki after'da ne de sonrasında yarım yamalak bir iki direniş dışında çalışmadı. back-up'ım olmadığından terabayt dolusu özenle seçilmiş dijital müziğim uçtu gitti. back-up records ismi işte burdan gelmişti... neyse ozan erken saatte "balearic kafalar" olarak özetlediği tatlı beatli, kimi nu-disco soundlu şeyler çalmıştı. burcu ne zaman uzaklarda olsa synthpop, italodisco müziklerine dalıyorum zati. bir hafta sonra da eski dogzstar [en eski değil] yeni monx olan mekanda, banka borçlarını kapamak isteyen ümit'in "kill the bank" etkinliğinde çalacaktım. orda çalmak için funkdisco editleri kurcalarken psychemagik ikilisiyle tanışmıştım. yaptıkları editler, remixler, trackler, miksler ve toplamalar, hepsi ayrı müthişti... ozan'ın çaldıklarıyla açılan kafalar ve bu barolarla dalıverdim evvelden girmediğim bu aleme. psychemagik: lunar escape ep böyle düştü juno sipariş listesine. nasılsa çalacak yer bulamıyorum, zaten paralar da kısıtlı diye iyice kesmişken single,maxi,ep alışverişlerini bass purr'a sahip olmak cazip geldi. umarım çalmak kısmet olacağuiz.

işte her şey de böyle djing connected oluyo böyle üstüste çalınca. çünkü monx'ta insan açısından verimsiz ama müzik açısından verimli bir gece geçirmiştim. istediğim seti çaldım. benden sonra da fuse boogie mahlaslı, 80lerden gelmiş rus kılıklı bi bro çalıyordu. ertesi gün kontak kurdu, radiofildeki programına guest mix hazırlamamı istedi, discosmos diye bir miks hazırladım, keyfim yerindeydi. 5 gün sonra quit'te bu sefer tek çalacaktım. psychemagik'in yarısı dan mclewin'in en kıymetli rare recordlarından bir seçme yapıp anlattığı bir videoya denk geldim yutupta. ordan psychedelik ve progressive bir gaza gelim oldu ve quitteki acayip kafalar isimli gecemi bu tarzda yapmaya karar verdim. kosmic disko da çalarım acid rock da diye planlarken hadi biraz da reverb/surf dünyasına dalayım, vokalsiz şeyler çalayım demiş ve dalmışım net-digginge. ve man or astro-man'ın son albümünün ne de müthiş olduğunu keşfettim. gecede çalamadım ama dinleyince burcunun da u ye tepkisi vermesiyle man or astro-man?: ‎defcon 5...4...3...2...1 albümünü siparişe kattık. iyi ki de kattık ama anlamadığım albüm kapağında üst tarafta gözüken grup ve albüm isminin olduğu muhtemelen insert banner yok bizimkinde... belki sınırlı sayıda bi ilk basımda mı vardı bilemedim. pek de iplemedim. albüm baya sıkı, kafayı gözü yarar, kayıt da nefis, mp3ünü indirmiştim, parlak hali biraz sıkıcı, go for vinyl.


at last but not least, tame impala: innerspeaker albümünü o kadar çok dinledik ki vaktiyle sanırım tame impala'yı biz meşhur ettik. ikinci albümlerine ısınamama sebebimiz aşırı beatles olması mı bi ince komerşıl bi hallerin olması mı yoksa bizim ilk albümü çok sevmemiz mi bilemiyorum. e madem bayılıyodunuz da bunca zamandır aklınız nerdeydi dersen cevabı fikret verir, her gecenin sabahı, her kışın bir baharı, her şeyin bir zamanı, benim dermanım yok.