15 Ocak 2013 Salı

my mama said that cash bela getirir oğluuum..

bazen neye niyet neye kısmet sporlarına maruz kalıyor insan plak alırken. birkaç gün önce bir iş gelmişti, iş demek para demek, para demek ekmek demek, ekmek demek dişte artık demek, dişte artık plak demek. yelda ile çalışırken bir baktım groove samiden mail gelmiş yeni gelen plaklarla ilgili. lenny kravitz'in let love rule ve mama said albümleri... mama said çıktığında hastası olmuştum, lisenin son sınıfı baharından başlayıp önce radyoda sonra kasetçalarda amansızca dönmüş durmuştu ki kasetçaların durmak bilmediği bir dönemdi gerçekten 1991. öyle şahane albümler çıktı ki o yıl metallica'nın kara kapaklısı, guns'ın use your illusion I ve IIsi, skid row'un slave to the grind'ı. seattle dalgası yayıldı sonra nirvana: nevermind, pearl jam: ten, soundgarden: badmotorfinger, temple of the dog, sonra red hot chili peppers: blood sugar sex magic, daha sert dersen sepultura'dan arise, daha pop dersen u2 achtung baby, crowded house: wood face, r.e.m. out of time, rap dersen allahı tillahı cypress hill, a tribe called quest: low end theory, NWA: niggaz for life, de la soul is dead, ruhun gıdası olarak massive attack: blue lines vee at last not least hayatımıza renk olarak irlanda siyahını katan the commitments filmi ve soundtrack'i.. bunca hem iyi hem de çoğu it gibi satıp herkesin kulağına seneler boyunca tebelleş olmuş ve olmaya devam eden şeyler...

neyse, lenny kravitz'in bu ilk iki albümü hem nefis hem de plak olarak bizdeki dükkanlarda öyle her zaman karşınıza çıkan şeyler değillerdi ki ben hiç denk gelmemiştim (it ain't over till it's over 45liği var şükür, o ayrı) ama tertemiz plaklara fiyat olarak birazcık yüksek rakam koymuştu bende oluştu bir çekince. bir yandan çalışıyoruz, hani iş ekmek plak özgürlük mevzusu, dedim işime döneyim. sonra da ertesi gündü herhalde, plakları ayır bana da demeyen, ayırma da demeyen, iç çatışma şeklinde saçma bir meyl attım sami'ye.. zaten ayrılmış plaklar, o anda kıymeti daha da arttı tabi, pişmanlık geldi. bu sırada da johnny cash: hello i'm johnny cash adlı sıcakkanlı ve fiyatıyla yüz güldüren albümünü ayırttım. hayli uzun ve boş lafın kısası bizim iş yattı iki gün sonra, biz başlayamadan bitirme kararı aldılar diziyi. böyle olunca masrafa girmediğime, lennyleri almadığıma sevindim. gerçekten sevindim mi? hayır, sevinmedim tabii, lazımdı bana onlar. neyse biz cash'i almaya gittik, denizcon, burcu ve ben. cash abinin 69 senesinden bal gibi börek gibi kah yumoş kah lokomotif gibi şarkılar bulunduran albümü de söylemesi ayıp ilk johnny cash plağı oldu koleksiyonun. cash ölüp de walk the line filmini izleyene kadar cash'le alakam bob dylan ile duetleri ve son döneminde yaptığı cover şarkılar özellikle de hurt kadardı. amma joaqin abim öyle bir oynamış ki, söylemiş ki.. gerçi coninin seveni pek bir bol olduğu için huakinden tiksinen de bol oldu filmden yok kötü söylemiş yok kötü oynamış aslında coni böyle biri diildi diye. filmle oskar aldı diye nefret edeni zaten bol coninin kaymağını yiyor diye. ye oğlum ye, speedballara geldi abiciğin genç yaşında gözlerinin önünde, ölümlü dünya ye... neyse bana yaradı, keş eşelemeye başlamıştım filmin vesilesiyle.. adamı eşele eşele bitmez gerçi. bu güzel bir başlangıç oldu, yalnız albümün bütün diğer versiyonları gatefold bi bu değil, acaba ne vardı kapak içinde? burcucum da bela bartok: le mandarin merveilleux suite'ini bulmuş bu sırada. ablam ve denizconun misafir olduğu günlere denk gelmesi, müziğin de pek easy listening olmamasındandır henüz dinleyemedik albümü. strazburg filarmoni çalmış, alain lombard yönetmiş, plağı döndürmeye bakar gerisi.. şu anda sadece güzel kapağına bakıyor ve ismiyle söz esprileri yapıyorum yedi bela bartok, tatlı bela bartok ya da allah bela bartok'unu versin tarzında.. [hamiş: dişinden artıranın plağı olur]

bartok plaktaki versiyon değil bu arada, nette bulamadun, burada bbc senfoni çalmış..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder