31 Ekim 2012 Çarşamba

misafirlik öncesi kadıköy diggin part III - zihni abinler

rainbow45'te (aşağıda anlatıldığı üzere) bunca vakit geçirdikten sonra normal şartlarda sonaya doğru yola çıkmamız gerekiyordu ama burcu'nun telefon konuşmasıyla daha vaktimizin olduğu ortaya çıkınca akmar pasajı'na yöneldik. zihni'ye girersek geç kalacağımızı biliyordum ama burcu bunu öngörememişti. neyse girdik ve ne var ne yok taramaya başladık ki tarama sonunda orada çalışan elemandan en süper digger çift ödülünü aldık indirim babında bir işe yaramasa da... zaten indirim konusunda ne kadar yavşaklaşsan da karşılık alamadığın yerlerin başında geliyor zihni abinler. dandirikten bir indirim söz konusu oluyor, 3-5 gibi... neyse, burcu arvo pärt: arbos'u görünce aklı çıktı. sıfır plak, üstelik 87de basılmış. acaba yeniden mi basılmış? her koşulda gözel oldu, kızımız bu abiyi hakkaten pek seviyor daha önceden a.k. müzik'in cihangirdeki opus 3a dükkanından da miserere ve trivium'u almış idik. bu albüm bana en çok geçeni oldu dinleyince, tonundan mıdır, neyindendir bilemedum bana atom heart mother'ın bazı temalarını anımsattı. pek gözel albüm iyi ki almışız dedirtti kendisi.
kazuya devam ederken stray cats: built for speed çıktı bu kez. stray cats'in en sevdiğim, çalma hardcase'inde sürekli bulunan ve rakın rol çalarken illa ki bir şarkısını attırdığım albümü... ilkokul birinci sınıfta, kankam bayram'la çılgınca rock and roll dinleyip, enerjiyi atmak için dans yerine salondaki sehpanın etrafında birbirimizi kovalarken eskilerden chuck berry, fats domino ya da yenilerden shakin' stevens dinlerken nasıl olmuş da stray cats girmemiş hayatıma. belki de türkiye'de basılmadı o dönem plak ve cdleri. shakin' stevens poptu baya, stray cats kötü çocuk olduğu için mainstream'e yaklaşamadı. çok sonraları ayto'dan dinlemiştim. burcu da geçen yıl bu zamanlar haiti'den dönerken başka bir sürü plakla beraber evimizin ilk stray cats plağı rant'n ravenı getirmişti. [tabii ölmüş de ağlayanı yok haiti'den değil, aktarma yaptığı new york'tan almıştı plakları]
dükkanın girişinde solda, duvara sırtını vererek baktığın plaklar ise ağırlıkla ikinci jazz plakları ve asıl hazine orada gibi aslında. oraya geçmeden önce aralıklarla birbirimize hadi, geç kalıyoruz, tamam istediğin zaman çıkalım gibi cümleler sarf etmiş ama bir yandan da kazuya devam etmiştik. burcu duke ellington's greatest hits ile çıktı geldi, fiyatı çok uygun, şarkıları da biliyorum dedi. bense bir farklı dönemlerden, farklı soundlarda ve de kapağında duke'un korkunç bir pardesüyle poz verdiği bir toplama yerine bir albüm almayı önerdim. ki dükkanda nefis görünen soul call ve ismiyle cazip afro-bossa mevcuttu. burcu kararsız kaldı, soul call'a önce tamam dedi, ama baktım aklı greatest hits'te ve bildiği sevdiği şarkılarda, ben onda ısrar ettim. az önce bizi en uyumlu çift ilan eden çalışan arkadaşın fikrini değiştirmeye çalıştırırcasına diğerinin istediği olsun yarışına girmiştik. benim dediğim oldu sonunda, devamında yolda internetten soul call'ı araştıran burcucum küçük bir pişmanlık yaşadı, kaçmıyorlar ya onu da sonra alırız di mi?
ama zihni'deki en süper olay 15 liraya lou rawls: the way it was the way it is (discogs'ta bendeki edition [C 062-80 119] yok, girince update ederun linki) albümünü bulmaktı. lou rawls'un hep 70 ortası ve sonrası dönemi plaklarına rastlamıştım dükkanlarda ve nette. lou abimin sesi hep güzel ama axelrod ile 60 sonu 70 başı dönemlerindeki prodüksiyonlar daha bir nefisti... zaten lou rawls ile tanışmam da vaktiyle lale plaktan aldığım i can't make it alone: the axelrod years toplama cdsi ile olmuştu. çılgıncasına sevdiğim season of the witch'in en hastası olduğum versiyonlarından birini de rawls abim yapmıştı ve o da bu albümdeydi. kapak VG+ plak da NM olunca demesinlerdi keyfime! albümün bir acayipliği arka kapakta şarkıların albümdeki sıralarına göre değil aranjörüne göre sıralanması ki ilk anda hay allahım rong treklist dedirtiyor ve cadı mevsimini akla getiriyor mystery train görüntüleri altında: ervisü! karu pörkins! erivisü! kaaaru pörkinsü!

2 yorum:

  1. Arbos hakkında bir iki şey daha yazalım:

    Arbos'u görür görmez gözlerimin parladığı doğrudur. Ancak birkaç gün öncesinde'Tabula Rasa' plağının satıldığını duyunca içimi pek de ehemmniyetli olmayan bir kıskançlık duygusu kapladı - ki Tabula Rasa sanırım en sevdiğim Arvo Part albümü.

    Arbos albüm olarak, bildiğimiz Sovyet film yapımcısı, yönetmen Andrej Tarkovsky'nin anısına ithaf edilmiş. Albümün son eseri Stabat Mater ise Alban Berg Vakfı'nın ısmarlaması üzerine bestelenmiş. Part, albümdeki diğer eserleri ise farklı farklı kişilere adamış.

    Albümün bir ECM prodüksiyonu olduğunu ve dolayısıyla mucit macit Manfred Eicher'in bu işte de imzasının olduğunu hatırlamak, bir saygı göndermek iyi olur.

    Londra'daki St. John's Kilisesi'nde kaydedilen Stabat Mater hariç diğer eserler Karlshöhe, Ludwigsburg'da (Galiba Stuttgart'ta ve Evangelist bir kilise gibi geldi bana ama emin de değilim)kaydedilmiş.

    İcra edenler ise birbirinden ünlü ve dahi: Gidon Kremer, Vladimir Mendelssohn, Thomas Demenga ve galiba benim için en önemlisi Hilliard Ensemble. İngiltere kökenli Hilliard Ensemble hem erken dönem eserleri hem de yeni dönem bestecileri (Giya KAnchelli gibi) güzel güzel icra etmiş bir ansambl.

    Wilfrid Mellers'in albüm için yazdığı yazıdan alıntıyla devam edeyim: " Arbos is a state of being: grand, hieratic, static in its minimal, modal, often pentatonic pattern making, sonorous in brass and reverberating bells and gongs." The music does not modulate and has no development, through pitch and tempo are in proportional relationships, creating 'moments' outside Time in which, momently, we live.

    Part'ın çın çın eden bakır üflemelileri, dinmeyen gongları, çanları bu albüm boyunca hep devam ediyor, gonglar sustuğunda bu sefer çiçeklerden, ses gelmeye devam ediyor.

    "The temple bell stops but the sound keeps coming out of the flowers" Basho

    YanıtlaSil
  2. 1997 yılında Açık Radyo'ya girmemle birlikte hızlandırılmış caz müziği dersleri de başlamıştı. Henüz 18 yaşındaydım, lisede bir yayın grubunun - ki o yayın grubunda da Ömer Madra vardı diye hatırlayan kişiyim - yayınladığı caz klasikleri serisi CDlerinden başka caz müziği dinlemişliğim yoktu. Caz müziğini sevmemde Atilla Aksoy'un yaptığı 'Caz Standartları'programının etkisinin olduğunu söylemeliyim. Atilla Aksoy, iflah olmaz bir Duke Ellington severdi. Ellington'ın hemen hemen tüm standartlarını dinlemişimdir bu program boyunca. Belki de Duke Ellington'nın en iyisi sayılmayacak greatest hits albümünü almış olduk o akşam. (oksimoron oldu sanki)İçinde yok yok "Mood Indigo", "A Prelude to a kiss", "Satin Doll", "Take the A Train", Al Hibbler'in söylediği "Do nothing till you hear from me", "Perdido"...

    o zaman fransızcamı konuşturayım. je ne regrette rien.

    YanıtlaSil