17 Aralık 2012 Pazartesi

fuardan gelenler part I: son iki yılın en güzel iki şeyi: quakers & adrian younge

deform'un son utrecht plak fuarı seferinden dönüşlerinde yine yanlarında onu da alayım bunu da alayım o eksik kalmasın bunu alamazsam ölürüm tarzı plaklar vardı. birikmiş borçları da ekleyecek olunca anca altısına yazılabildik şimdilik. ilk üçü var ya kişisel tarihimde zaman yolculuğu yaptırttı bana.
sene 2003'te müzikal anlamda sonradan farkına vardığım arayışlar içindeymişim de haberim yokmuş.. blues'un ödünç alındığı rock n' roll'un yolunda köklerden uzaklaşmışım, soul'u funkafrika'yı layıkıyla tanımamışım, reggaeyi bilememişim, rap'in mtv'de çıkanını, memlekete düşenini duymuşum. emcey misali ağarmışım da ağarmışım, telefonları beyazötesi diye açar olmuşum.. neyse ki bahar geldi, ne yazık ki amerika kitle imha silahlarını bulmak için ırak'a girdi, saddam'ın heykeli devrildi, savaş başladı bizim aşk meydan savaşı ise bitti. biz de boşluktan istifade esun ve belat'la uzadık olimposa.. gündüz gezip dolanıp pelin'in karettasında baharın tadını çıkarıyorken akşam olduğunda da tarih ve mevsim dolayısıyla henüz insanlık öğüten karakterine bürünmemiş öküz barda takılıyorduk. bir akşam gittiğimizde öküz barda bir takım şeylerin döneceğini fark ettik. çok geçmeden anladık ki dönecek şeyler plaklarmış. yaklaşık 100 kişilik genç bir rus insan grubu, yanlarında turntableları, mixerleri, kolonları, plakları, visual projektörleri ve daha daha edevatlarıyla ortamlarını kurdular. ağzımız açık bir şekilde bakarken djler afro, funk, reggae, hip hop, house, techno ve hatta trance döndürüp durdular. o dj başlıyor, beriki devam ediyor, nefis görseller dağa bayıra yansırken danslar ediliyor, nefis müziğin keyfini çıkarıyorduk. elemanlardan hip hop turntablist'i ivan c a.k.a. dj vinilkin ile tanıştım ilk, dj pirumov ve dj chagin ile flammable beats diye bir oluşumun djleriydiler. bu da flammable family isimli daha büyük bir oluşumun parçasıydı. bu yanıcı ailenin içinde djler, vjler, kaykaycılar, snowboardcılar, şucular buculardan bol bol vardı. dj tiid ve dj zorkin house ve techno çalıyorlardı. tüm bu arkadaşlar böyle geziler düzenliyorlar, dünyanın denişik yerlerine soundsystemlerini alıp gidiyorlar, partilerini ravelerini yapıyorlarmış. Bunları daha uzun uzun ertesi gün carettada milkshakelerimizi içerken konuştuk ivan ve yanındakiler ile. ben de bunlara biraz türkçe rap (yeraltı operasyonu) ve anadolu rock dinlettim. dün gecenin ne kadar müthiş olduğundan bahsettik amma öküz adı gereği öküz olduğu için flammable arkadaşlar da yayaya coco jambo kafasında olmadığı için siz burda çalmayın demişler. mekan aramışlar (ki o zamanlar ne güzel ki pek seçenek yoktu) babylon town'ı bulmuşlar. o gece gittik, mekan daha büyük, hazırlıklar daha afilli, babylon town zati pek güzel, donatmışlar her yeri mumlarla, süslemişler, dev boyutta gösterimler, daha yüksek ses, insan daha ne ister, belki başka bir şeyler. insanın şakacısı puştu ya da evili her yerde olduğu için hatırladığım kadarıyla çenede şeytan sakallı, çekik gözlü, saçsız bir eleman yanıma yanaşıp bir draje tutuşturdu elime. yolladım renkli kozmonotu ama gelen giden yok, elemanlar da öteden kesiyorlar inceden. ayağı yerden kesmeyince anlattım dedi ki ivan yapar bunlar böyle şakalar sen bozma sinirini. bozdum ama o kadar da değil ki bunlarla takılmaya devam ettim. ertesi gün bu kez sahildeki merhaba cafede küçük gündüz partisi. o da güzel, gözleme ayran hip hop. dedim siz müthiş şeyler çalıyorsunuz söyleyin bana nedir bunlar?



dj chagin kardeşim orlando julius & the afro sounders, segun bucknor & his revolution, lijadu sisters, sahara all stars of jos, tunji oyelana & the benders, the funkees ve daha bir sürü mama afrikalı kardeşin ismini verdi. iştahla yazıyordum isimleri defterime. [kendisi çok konuşkan bir insan değildi ama o zamanki sevgilisi ve şimdiki karısı ve çocuğunun annesi, dünya iyisi bir insan olan sabina anlattı hikayesini seneler sonra 2009da tekrar babylon town'da karşılaştığımızda, bize nefis bir seremoniyle çay hazırlayıp ikram ederken. bizim chagin sibiryanın bir ucundan, pasifik okyanusunun kıyısında minnacık bir kasabadan kalkıp gelmiş moskovaya okuyacağım diye cebinde cüz'i bir miktar parayla.. moskovaya indiğinde plak çalan insanları görmüş, müziğe, plaklara vurulmuş, okuyacağı parayla turntable ve plaklar almış kendine ve dj chagin olmuş!] ivan da madlib'in yesterday's new quintet'ından girdi, breakestra'dan çıktı, bak mr dibbs dedi, kırmızı köşede mos def, mavi köşede roots manuva dedi, kutmasta kurt, the roots, gang starr, talib kweli & hi-tek, j-live, rjd2... baktı bunları sıralamanın sonu yok ben sana biraz label söyleyeyim, eyvallah, big dada, tommy boy, rawkus, fat beats, def-jux, rapster... doldurdum sayfaları.. iyi ki de doldurmuşum, kazıdıkça kazıdım [dig deeper] o ona bağlandı, bu şuna bağlandı. yazının başındaki ayrımda dikilmiş dururken bir yol çizdim kendime, rap alemine daldım önce, oldschool, golden age, hardcore rap neymiş dipledim. dipledikçe aşık oldum hip hop'a aşkımı paylaşmak istedim. açık radyoda bu yaka! [hep hip hop] programını yapmaya başladım, aylarca yıllarca hip hop zerk ettim ruhlara ve beyinlere... kesmedi cdler, ben de plakları ileri geri ittirmek, xfader'ı açıp kapamak istedim. önce başladım plak toplamaya, çektim zamanla iki mk5'i, xone02'yi koydum ortalarına , kafama da taktım hd25'i. hip hopla yatıp kalktıkça baktım ki aslında ben soul dinliyorum funk dinliyorum, bu kez iyice daldım onlara. bu yaka!yı hep hip hop'tan çıkarıp içine soul ve funk'ı da kattım. radyoda çaldığım müziği dışarılarda da çalmaya başladım, barda kulüpte verdim esmer şekerleri kulaklara. zaman durmadı ilerledi, o benim beyazcacık rock and roll müziklerim, o benim progresif saykedelik müziklerim de yine girdi devreye. baktım ki her şey konnekted, güzel müziğin adı yok rengi yok hepsi bir füzyon hepsi bir yahni! yani soul stew yahni!
velhasıl kelam hala bahsedemediğim son iki yılın en güzel iki şeyinden birincisi, quakers: quakers albümü müzikte sevdiğim ne varsa hepsini hip hop formunda sunan bir albüm. eğer yukarda anlattığım olaylar olmasaydı ya bu albümden hiç haberim olmazdı. ya da olurdu da ben bu kadar güzel müziğin içine dalmamış, raple de bu kadar haşır neşir olmadığım için albüm beni yorardı, bu derece yakalamazdı. tamam belki yine de aynı etkiyi yapardı, yine her türlü bayılırdım ama ben de belki flammable family'e içi tavşanlarla dolu bir şapka çıkarmak istedim. çıkardım da... selam olsun ruscanlara!



şimdi gelelim bu quakers adamlarına... bu adamlara ya sample'ını ya canını desen göz kırpmadan canlarını verirler. peki kim mi bu adamlar? herkesin içinde tanrının bir parçasının bulunduğuna inanan quakers kardeşler değiller bir kere. bunlar fuzzface lakaplı portishead'in 3 sacayağından en kıllısı geoff barrow, diğeri yine portishead'in mühendisi 7stu7 lakaplı stuart matthews ve de [vaktiyle istanbulda pek eğlenerek çaldığım kulüp beat@dirty'de bol bol döndürdüğüm (good old "girls love the way he spinz, dj wants to be like him" dayz ah!) stephanie mckay ablanın ki kendisi memlekette de pek sevilen brooklyn funk essentials'ın eski elemanı, ilk albümünü yine bizim fuzzface geoff abinin büyük ve her türlü desteğiyle çıkarmış, ikinci albümünden olan say what you feel parçasının girişindeki seslenişiyle "yo katalyst drop that beat" tanıştığım] katalyst lakaplı avustralyalı dj/prodüktör ashley anderson... abilerim piyasadaki hip hop gemilerinin yol aldığı hayal kırıklığı denizlerinde forsalık yapmaktan şişmişler, kendi dinlemek istedikleri gibi bir rap albümü yapmak için güç birliği yapmışlar. öyle de şahane rapçileri katmışlar ki bu işe, duyan gelmiş diyeceğim yanlış olacak, duyan değil çağırdıkları gelmiş: dead prez, prince po, aloe blacc, diverse, guilty simpson, med, dave dub, silverust.. altın çağdan günümüz bağımsızlarına, bu projeye ev sahipliği yapan stonesthrow'un oturmuş ve yeni artistlerine, adı sanı daha duyulmamış tiplere kadar tonla rapçi. doya doya dinleyelim diye tam 41 tane şarkı var albümde, 41 kere maşallah! dinleyen bi daha dinlesin dinlemeyen kaçırmasın quakers: quakers




ve önceki yılın bir en güzel şeyi de (başka en güzel şeylerin en güzelliğini azaltmayan bir yücelikle)adrian younge presents venice dawn: something about april. adrian kardeşim akailerle oynayan bir hip hop meraklısı iken diyor ki bunlar bana yetmiyor iyisi mi ben biraz enstrüman öğreneyim. kendisi de yatkın maşallah it gibi çalmaya başlıyor tez zamanda bas, gitar, davul, flüt, saksofon.. film çekiyor, montajlıyor. Birkaç sene evvel bir soundtrack albüm görmüştüm, black dynamite, 70lerin blaxploitation filmlerinden biri sandım, reissue'su çıkmış diye düşündüm. sonra okan ve murat'ın alanya'daki headquarterlarında bu harika filmi de izledik. meğer adrian abimiz sanki 70lerde çekilmiş gibi olan filmi hem montajlamış hem de aynı zeitgeistlıkta bir soundtrack yapmış. öyle bir soundtrack ki sampledelic hip hop prodüktörleri dalsınlar adam başı 50şer beat çıkarsınlar diye aranje edilmiş sanki şarkılar. uzun lafın kısası adrian abiniz nefis müzik yapıyor. something about the april de karanlık, sinematik bir psychedelic soul pikniği, vokaller, düzenlemeler akıl alıyor. bembeyaz progressive rock da var bardakta, italyan asansör havaları da... shaken not stirred elegantlığında, dili dolandırmadan sarhoş eden kokteyl kıvamında. fotoğraflara bak hülyalara dalmana yeter zaten ama plak da dönmeye başladı mı hülyadan çıkamıyorsun. albüm çıktığında dijitalini indirip bolca dinlemiştik ama analogmuş işte olayı. döndür plağı, aç volümü kıs gözünü vinil cankisi; düşünme yıllardan hankisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder